18.6.11

Babalar Herşeyi Bilir..

            " - baba güneş niye sarıdır?
             - ee çünküü üstünde sarı ketçap var."



    Hiç babanızın kendinizden küçük bir yaşta olabileceğini düşündünüz mü? Zeka düzeyi olarak senden küçük bir baba aynı zamanda senin çocuğun da olur dimi? Şüphesiz baba deyince çoğumuzun aklına olgun, aklı başında, kuralları olan, öğreten, kimi zaman kızan, kimi zaman koruyan bir figür geliyor. Ama gün gelir bu değişir ve bir bakmışsın ki, baban seninle büyür.
    Sam Dawson, zeka düzeyi 7yaşında bir çocuğa eşit olan, 7 yaşındaki kızıyla birlikte yaşayan, Beatles hayranı bir adamdır. Kızı Lucy’e yetememekten korksa bile, kızını yanından alan hükümet görevlilerine karşı kızının yanında kalması için mücadele veren bu adamı, serseri karakterlerle tanıdığımız Sean Penn, harika performansıyla adeta onu bir dev’e dönüştürüyor. Elinde imkanı olduğu halde gerçek bir baba olamayanlara inat I’m Sam bize müthiş, duygusal, etkileyici baba – kız diologlarını sunuyor.
    Fonda Beatles şarkılarıyla bu diologları izlerken, Sean Penn ile Dakota Fanning’in gerçek oyunculuğuna tanık olacaksınız.

 lucy: "sen neden diğer babalardan farklısın?"
 sam: "ne demek istiyorsun?"
 lucy: "sen diğerlerinden farklısın biraz..."
 sam: "ne demek istiyorsun?
 lucy: "olsun baba, ben şanslıyım. diğerlerinin babaları parka gelmiyor..." 


 lucy'nin arkadaşı x: "baban gerizekalı gibi?"
 lucy: "öyle zaten"
 x: "sen de mi gerizekalısın?"
 lucy: "hayır"
 x: "nerden biliyorsun?"
 lucy: "babam söyledi."
 x: "o gerizekalı."
 lucy: "tamam işte bunu ondan daha iyi kim bilebilir ki?" 




     Yarın babanıza, bu filmi birlikte izlemeyi hediye ederseniz belki de onu ilk kez ağlarken görebilirsiniz. Tabi garanti ederim ki bu esnada sizinde ondan kalır yanınız olmayacak.

    E.


17.6.11

3sa 10dk?

    "Hepimiz hakkında düşünüyorum. kendi yeşil yolumuzda yürüyoruz, her birimiz kendi zamanında" 

    Dünyada kaç milyon insan yaşıyor bilmiyorum. Sayıları düşünmek pek bana göre bir olay değil. Ama biliyorum ki kaç milyon insan varsa o kadar da hikaye var. Her insan kendi içinde bir kahraman barındırıyor, her insanın bir düşmanı var. Herkes hayatında hep bir yere kavuşmak istiyor. Esas olan şey oraya ulaştığında bulunduğun durum.Bunu düşünen? Yeryüzünde kimse sevgisiz değil, en kötü olanının bile kötü olmasına sebep kendine olan sevgisi. Tüm dünyada böyle. Hayatta kalırken sevgi ne kadar önemliyse, ölmene sebep başkasının sevgisi olabilir. İstatistiksel bilgi veremiyorum, dediğim gibi sayılarla pek aram yok ama ölüme giden her “green mile” farklı şekilde diyebilirim. Sayısal değerler mi? Kimin umurunda, ben böyle hissediyorsam..



     Yüzdoksan dakikada tam anlamıyla bir hayat dersi. Sadece izle, daha önce izlediysen tekrar izle. Bazen düşünmek için playagain yapmak iyidir.

12.6.11

One Tree Hill - ravens -

 


 Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum bir lise hayatı vardı. Hani şu amerikan dizilerinde olduğu gibi.Kim bunun hayalini kurmamıştır ki dimi? Küçük ama güzel bir kasabada tek derdin lise basketbol takımı olması durumu kulağa çok hoş geliyor doğrusu. Heh bir de bu oyunun içinde aşk, arkadaşlık ve eğlence varsa rekabet kimin umurunda? Belki bilmeyen vardır diye söylüyorum bahsettiğim bu yaşam Tree Hill’de var. Bize hep istenen o hayattan,  tadımlık bir kesinti sunuyorlar. Arada tadınız kaçıyor bile olsa North Carolina’daki hayat sizi farklı bir boyuta taşıyor. -yan etkisi: günde 6 bölümden fazla izlerseniz rüyanızda Karen’s Cafede kahve yaptığınızı, ponpon kız olduğunuzu ya da sahildeki sahada basketbol oynadığınızı görebilirsiniz. Dan Scott kabusunu hiç saymıyorum.- Lise hayatımın geçmesinin ardından bile hala Amerikan rüyası içinde olduğumdan dolayı One Tree Hill’e tekrardan başladım ve şu sıralar 1.sezonu yarılamış durumdayım.
    Şuan 8. sezonunda olan OTH eski çekiciliğini biraz yitirmiş bile olsa ilk sezonların ve Nathan Scott’ın hatırına izlenecek durumda. Yaza başlarken yeni bir diziye de başlamak istiyorsanız şiddetle tavsiye edilir. Bu arada dizide müziklerde hiç fena değil. Birkaç denemelik benden;



E.

11.6.11

Colin Firth..


 


 83. Oscar törenindeki konuşmasında kariyerinin en doruğunda olduğunu hissettiğini söylediğinde aslında hepimiz biliyorduk ki Colin Firth yıllardır o zirvedeydi ve sadece heykelcikle tanışmayı bekliyordu. The King Speech’deki rolünün inanılmazlığı yanında bu mütevaziliğini koruması da takdire şayan. Daha önce duydunuz mu bilmiyorum Firth aynı zamanda üç çocuk babası. İlk oğlu William’ın annesi Meg Tilly. Diğer çocukları Luca ve Mateo’nun annesi ise şimdiki eşi Livia Giuggiali. Bu kadar magazin yeter sanırım, kendisi gibi yapıp kariyerine odaklanalım.
    Colin Firth 1984 yılında ilk kez Another Country filminde Tommy Jude karakteriyle orataya çıkıyor. Ama asıl tanınmasına ve bu kadar sevilmesine sebep olan BBC’de yayınlanan Pride&Prejudice dizisidir. Orda Mr. Darcy’i canlandıran Firth bence kendisine en yakışan rolü yakalamış. Kesinlikle 18.yy hayatı tam ona göre. Acaba o zamanlar 2000 yılında yaşattığı Mr.Darcy karakterini modern hayata uyarlayacağını tahmin etmişmiydi. -Demek ki onu o karaktere yakıştıran sadece ben değilmişim-. Evet  Bridget Jones’s Diary den bahsediyorum. Mesafeli duran ama bir gülüşüyle Bridget’ı etkileyen Mark Darcy ta kendisi.

    Tabi ki sadece filmlerin esas oğlanı olmadı, yani bir karizması var kabul ama yeteneği karizmayı solda sıfır bırakacak cinsten. Aşağıda seçme birkaç filmden kareler var bakalım sizin için hangi film Colin Firth var olduğu için var.



     Daha fazlasına daha fazlasına.. bakmak lazım:) tık tık!

   E.

10.6.11

The Hangover - Part II

 

 Hiç daha önce devam filmini izlemek için ilk filmi izlediğiniz oldu mu? Biliyorum genelde işler böyle yürümez. İlk filmi izler, beğenir daha sonra ikincisini izlersin. Ama bazen tersten akar işte ki bu bende bugün itibariyle yaşanmıştır. The Hangover Part II’yi izlemek için dün gece ilk filmini izledim. İzledikten sonra tek düşüncem, dünya çapında hasılatı 467 milyon doları aşan bu filmi 2009 yılında neden izlememiş olmamdı.
    Yaptığın şeyleri bazen unutman bazen de hatırlaman gerekir. Bazen ise pişman olman ve bazen de o pişmanlığı tekrarlaman. Tıpkı The Hangover II’de Phil, Alan ve Stu’nun yaptığı gibi. Devam filminde olan tek fark Las Vegas’ta olan eğlence yerini Bougkok’a bırakmış olması. İki filmde de ortak birçok sahne yer alıyor. Her tanıdık replikte sinemada gülüşmelerin gelmesi The Hangover’ın etkisinin geçmediğinin kanıtı olsa gerek ya da herkes benim gibi bir gece önce izlediği için unutmaya fırsat bulamamış.
    Gülmek isteyenler için şu sıralar izlenebilecek tek seçim diyebilirim. Ve izleyenler için Stu’nun ‘içimde bir şeytan var’ konuşması harikaydı dimi? Son olarak The Hangover sevenler için, yönetmen Todd Philips’e göre başından beri bunun bir üçleme olması planlanıyor ve 3. film ile birlikte seri sona erecek. Bakalım son film felekten geceyi nerede geçirmelerine sebep olacak..

      E.

Başlangıç Olarak...

 


  Kendimi bildim bileli kitaptan uyarlama filmleri pek sevmem. Kitap okurken kurduğum hayallerin sonradan başka biri tarafından sınırlandırılması fikri hiç hoş değil. Ne olay, ne de karakter benim hayal dünyamda olduğu kadar etkileyici olamaz. Bundan dolayı pek tercih etmem kitap uyarlaması filmleri. Ama bu direniş pride and prejudice izlememle son buldu. Kitabı bir solukta bir günde okuduktan sonra arkadaşlarımın yoğun ısrarlarına dayanamayarak, filmini izledim. Ne yalan söyleyeyim hiç güzel bir sonuçla karşılaşacağımı düşünmemiştim. Keira Knightley ve Matthew Macfadyen, Elizabeth’i ve Mr. Darcy’i öyle bir canlandırmışlar ki hayalim kameraya alınmıştı sanki. Demek ki olay kitaptan uyarlama filmlerin başarısızlığı değil filmin senaristi ve yönetmeni ile aynı pencereden bakabilme şansıymış. 18.yy İngiltere’sini, insanların ihtişamlı kıyafetlerle katıldıkları o büyük baloları ve bize çok uzak olan bakışmaları, konuşmaları, dansları izlemek için harika bir film. 

  Jane Austen’ın elinden çıkmış olan pride and prejudice, tıpkı diğer kitapları gibi zıt duyguları bir araya getirerek sonuca ulaşmamızı ve sonunda iyi hissetmemizi sağlıyor. Bunu başardığına dair kendimi örnek gösterebilirim. Anlaşıldığı gibi ön yargılarımdan arınmış durumdayım. Artık film senaryolarının kaynağına değil aktığı ve biriktiği yere bakıyorum. 



    Eğer benim gibi ön yargınızı bir kenara bırakıp filmlere bir şans vermek istiyorsanız, iki alternatif daha.. iyi seyirler.