25.7.11

F.R.I.E.N.D.S

   

     Şuan elimde, 7sezonu izlenmiş 3sezonu hala beklemede olan toplam 10sezonluk Friends; benimle hem aynı hem de bir o kadar farklı, Friends'i toplam 3 kere izlemiş olan bir yakın arkadaş; ve bir bölümü 20 dakika toplam bir sezonu 480 dakika olan bu diziyi 3 yıldır bitirememiş olmanın anlamsız sıkıntısı ve mutluluğu var.
      -Arkadaşlığın değerli, dizilerin sıkıcı uzunlukta olduğunu düşünenler, keşke şuanda New York, Central Perk’ta kahvemi yudumluyor olsaydım demek için
      -Soundtrackı bile dinlerken oluşan o tebessümü merak edenler için
    -Oda sıcaklığı 35° olduğu bu günlerde Phoebe’nin soğuk esprilerini duymak; Joey’in yediği pizzalara iç geçirip, hatta sonra da sipariş edip afiyetle yemek; evlerinden uzaklarda anne hasreti duyanlara Monica’nın takıntılarını gösterip, gerçek annelerini hatırlatmak; ne yaparsanız yapın kimse sizi fark etmiyorsa, adınızı yanlış söylüyorsa, herkes sizin yaptığınız işten bile bir haberse, Chandler’ı tanıyıp sizin gibi insanların var olduğunu görüp kendi halinize şükretmek; zengin şımarık kızların sonunda bir gün arka plandaki erkeği fark edeceğine inananlar için Rachel’ı izleyip bir oh çekmek; ve son olarak hayatlarının her dakikasını umutsuzluk içerisinde geçirenler için çok kısa bir süreye 2 çocuk, kısa süreli 3 evlilik sığdırmayı başaran Ross’u görüp özgüvenlerini tavan yaptırmak isteyenler için
    Friends, tam anlamıyla gerçek mutluluğun habercisi. Eğer toplam 4800 dakika gülmek yetmez diyorsanız, benden tavsiye; playagain yapmaktan hiçbir zaman çekinmeyin.


      E.

16.7.11

Serendipity -şanslı tesadüf-

   

     Bir çift eldiven, kimin cüzdanında olduğu bilinmeyen bir beş dolar, herhangi bir eskici dükkanına bırakılmış bir adet “ love in the time of cholera”. Bunlardan da bunları arayan insanlardan da milyonlarca olabilir. Ama bazen tek bir tanesi senin hayatını değiştirebilir. O istisnayı bulabilmek mi? İşte esas meselede bu olsa gerek.
    Tesadüf diye bir şey var mıdır? Bütün hayatımızı oluşturan kader midir? Yoksa kontrolü elinde tutmak varolmak için tek seçenek mi? Anne babamız, ilkokuldaki sıra arkadaşımız, doğduğumuz ülke, yaşadığımız yüzyıl; kaderin bize uyguladığı ilk oyunları olmalı. Çok alakasız bir yerde görülen alakasız arkadaşlar, bir film repliğinden fırlayan eskiden söylemiş olduğun bir söz, bir çok şeyleri hatırlamanı sağlayan şarkılar; gün ortasında veya gece yarısı aniden beliriverir. Kesinlikle bu saydıklarımdan birini olsun yaşamışsındır. Esas problem onu bir serendipity olarak görüp görmemekte. Yani olay, evrenin gönderdiği işaretin farkına varmakta. 
    İşte tam bu sırada Sara* devreye giriyor. Hayatını tesadüflerin akışına bırakmış bir kadın. Ve onun küçük oyunlarına maruz kalan Jonathan*. New York’da bir noel gecesi,  beş dolarlık bir banknota ve bir kitaba yazılan telefon numaraları. Ve kader, Sara ve Jonathan için oyunu başlattı.


    E.

13.7.11

Harry Potter - çocukluğum, gençliğim -

"Unutmayın, asa büyücüyü seçer."



  Yeni doğan yeni yetme çocukların hiç tadamayacakları bir heyecan yaşattı bize Harry Potter. Devam kitapları, filmleri derken büyüdük. Yeni filmi ne zaman çıkacak nasıl olacak diyerek 10 yılı geçirmişiz haberimiz yok. Harry, Ron ve Harmoni’nin Felsefe Taşı’ndaki fotoğraflarını görmesem bu kadar yıl geçtiğine inanmayacağım. Resmen bir kuşak Hogwarts’ta bıraktı hayallerini. Harry ve arkadaşları büyürken, aşık olurken, kavga ederken hiçbir tuhaflık hissetmeden benimsedik her hallerini. Çünkü, bizde onlar gibiydik, bizde büyüyorduk, ve yeni dünyayı keşfediyorduk. Onlar ruh emicilerle uğraşırken biz de kendi dünyamızın ergen sıkıntılarıyla boğuşuyorduk. Dünyalarımız farklı, biz aynıydık. Harmoni’nin zekası, Ron’un salaklıkları, Harry’nin yetenekleri bizi sinema salonlarına itiyordu. Hatta ilk gününde izlemek isteyenler gişe önlerinde kuyruk oluyorlardı. Farklı bir maceraydı, dedim ya onlar bizim çocukluk hayallerimizdi. Biz sadece izlemedik, o çocuk aklımızla büyülü trenle biz de yolculuk yaptık Hogwarts’a. O kadar etkileyici yazılmıştı ki bir çocuğun bunu gerçek olarak benimsemesi kadar doğal bir durum olmasa gerek.  J.K. Rowling’de nasıl bir hayal gücü var, sınırları ne kadar esnek diye sormadan çıktığım bir filmi yok doğrusu. Bu da bunun kanıtı mıdır, kanıtıdır.
    Teknik meselelere gelirsek eğer, Harry Potter serisinin ilk iki filminin yönetmeni Chris Columbus ile son üç filmin yönetmeni David Yates arasında kutuplaşan izleyicilerden bahsetmemek olmaz. Columbus’un sadık bir yönetmen olduğunu, Yates’in ise yeni eklemeleriyle daha başarılı yapıtlar çıkardığını söyleyen izleyiciler ciddi anlamda taraf olmuş durumdalar. Seri istikrarı David Yates ile sağlamış gibi görünse de bize büyüyü sevdiren Chris Columbus’a haksızlık etmek istemem. Fakat bir seçim yapmam gerekirse de çok politik davranarak serinin en beğendiğim filmi Azkaban Tutsağı’nın yönetmeni Alfonso Cuaron’ı seçerim. Cueron’un yakaladığı karanlık hikaye yapımcılar tarafından beğenilmediği için -gişe kaygısıyla- yönetmenle yollar bu filmden sonra ayrıldı. Ama bana kalırsa Harry’i ve arkadaşlarını çocukluktan kurtaran bu film; müziğiyle, görsel efektleriyle serinin en can alıcı halkası durumunda.
    Ve son olarak da favori karakterimden bahsetmek istiyorum. Ne Harry ne Ron ne de Harmoni. Bence en bomba karakter, ev cini Dobby’di. Dobby’nin Harry’e olan bağlılığı, hep kötü sonuçlanan yardım çabaları, çoraplara ve şapkalara olan hayranlığı tam anlamıyla her eve lazım bir ev cini dedirtecek cinsten. Harry Potter ve Ölüm Yadigarları-1’de Bellatrix Lestrange tarafından atılan bir bıçak ile öldüğü sahne ise tam bir duygu patlaması yaşanılacak türden. Dobby için özgürlük Harry’di, ölürken bile Harry Potter dedi. Harry de bu sadık cinin mezarına bu sözleri yazdırdı.“ here lies dobby, a free hose elf”.Etkileyici dimi?

Dobby!!
   Final bu 10 yıla yaraşır şekilde mi yapıldı bilmiyorum. Beklentiler bu kadar yüksekken memnuniyeti yakalamak zor olsa gerek. Yalnız biliyorum ki her nasıl olursa olsun bugün sinema salonlarından ayrılan Harry Potter hayranları bir boşluk hissedecekler. Artık büyü yok, hayal yok. Çocukluk mu? O da ne büyüdük artık biz. Ne yazık ki onun bizde yeri yok.   

   E.