31.12.12

Gerçek mi kurgu mu?


Sanattan yoksun mu yaşıyoruz biz.. sanat politika halini mi almış yoksa biz uyurken.
Uyandığımda bi baktım her eleştiri bir ok gibi delmiş geçmiş sanatımı. Artık kalan şey ne benim, ne olmasını istediğim kişinin himayesinde. Gerçekten kaçan, masalları en büyülü edebiyat gibi gösteren her biri hep korkar gerçekleri gösteren sanattan. Filmden, kitaptan, şiirden, tiyatrodan.. ondandır ki en baştaki hedef onlardır, tüm cezalar onları uygulayanlardadır.. zindanıydı, hücresiydi.. sanata engel mi olur.. sanmam!

Aslına bakarsanız tüm bunlar kamçılanan tüm duyguları, daha da bir perçinler. İşte bundandır ki hep görürüz biz o gerçekleri o sahnede, o satırlarda..  ve biz unutamıyoruz bundan işte.. “sen sanma ki sanatın damağında tadı var acı bir hıyar lezzeti gibi..” der Nazım, o da hep gerçeklerden bahsettiği için değil miydi.. tüm olanlar..

Sanat sanat içindir.. yok sanat halk için diye tartışırlardır ya hep.. bi kendine bıraksanız ya şu duyguların, gerçeklerin dışa vurumunu.. bi bırakın da sadece sanat yapsınlar amacını sorgulatmadan.. hani özgürüz ya biz.. bi bırakın Tanrı aşkına..

Bu isyan nereden mi geldi.. bi oyundan taa 16.yüzyıla uzandığım saatlerden kalma.. Venedik’te ressam Galactia ile buluşuyoruz.. hükmedilen sanata direnen ressamın portresini..

Bir İnfazın Portresi.. semaver kumpanyadan bizimle buluşuyor.. oyunu izlerken dedim ki bütün bunlar nereden tanıdık geldi bana? Hangi yıldan hangi ülkeden?

ben de göreyim bi diyenler için tıktık^^ 


".. Sanatın tadına varmak istemiyorsanız, sanat kültürü almış biri olmalısınız, başkalarını canlandıran ve yüreklendiren biri olmalısınız. İnsanla ve doğayla ilişkilerinizin her biri gerçek bireysel yaşantınızın belirli bir şekilde dışavurumu olmalı, iradenizin nesnesine uymalıdır..." -Karl Marx

E.

26.12.12

Hep mutlu son!!


Jane Austen okur musunuz hiç? Ben bayılırım. 6 kitabın 6sı da ayrıdır benim için.. sonları hep mutlu sonla biten 6 kitap.. romanlar kötü başlar.. daha da kötüleşir.. ama hep sonları güzeldir. Belki de ben sırf bunun için çok sevdim bunları, kim bilir. İlk okuduğum romanı, Aşk ve Gurur ayrıdır hep.. ama beni esas etkileyen hikaye yaratılan karakterler değil, bizzat Austen’ın hikayesidir.. Becoming Jane..


                                                                                                  'Becoming Jane'

4..5.. belki de 6 bilmiyorum kaç defa izlediğimi.. düşünüyorum da sanırım ilk izlediğim andan beri yılda bir kez izledim rutin olarak:) o dönemin İngiltere’si, o naiflik, o asalet hep güzeldir ama Jane ile Tom bir başkadır başka!!

İroni gibi! Evet evet.. tıpkı bir ironideki karşıt duygular gibi, dudakta oluşan hoş bir tebessüm gibi. İki zıt karakterin tutkuyla birbirlerine yaklaşması gibi.. Kitaplarla tanışıyor onlar, onlarla konuşuyorlar.. Aslında kitaplarla tanıyorlar birbirlerini.. Bi kütüphanenin en romantik yer olabileceğini kanıtlarcasına gülümsüyor Tom. Bi dansın tüm tutkuyu, tüm aşkı herkesin gözlerinin önüne sereceğinin kanıtıdır Jane. Hem ailelere inat, hem onlar yüzünden. Hem birbirlerine inat, hem birbirleri yüzünden.. Durmayan.. bitmeyen bir aşkmış onlarınki.. Öyle bir aşkmış ki.. Austen romanlarında Tom’u bulmuş, ve hep kavuşmuş.. hep zıtlar birbirini çekmiş.. hep o meşhur ironi her romanda hınzır bir şekilde göz kırpmış.. her  romanda Ms.Austen&Mr.Lefroy aslında hep mutlu sona ermiş.

Ne zor.. yaşayamadıklarını yazmak. Özlediklerini sadece kalemle paylaşmak.. Sana ait karakterler senin mutsuzluğuna inat mutlu olurken.. ah ne ironi ama^^

Aslında Jane Tanrı’nın sevgili kuluymuş ki böyle bir yeteneğe sahip olmuş diyebilir miyiz? Sadece romanlarda bile olsa birilerini yaratmak, hayatlarını çizmek.. belki de içindeki o tarifsiz duyguyu bir şekilde hafifletmiştir. Kim bilir belki de her şey sadece yaşamak için.. ya da sadece yazmak için.. her yazdığında Tom’a yeniden aşık olmak içindi..

dipnot*: hiçbir izleyişimde bugünkü kadar etkilenmemiştim.. her karşılaşmalarında nefesim kesildi, her ayrılışlarında doldum doldum taştım..

dipnot**: söylemeye gerek yoktur herhalde ama.. hep idolün kimdir diye sorarlar ya.. benim idolümdür Jane Austen! Duruşuyla, gururuyla, aşkıyla..

dipnot***: herhalde Jane’i en iyi Anne Hathaway, Tom’u da en iyi James McAvoy oynayabilirdi. Ötesi yok..

dipnot****: her izlediğimde sabırsızlıkla beklediğim.. hiihh dediğim yer.. tıktık^^

o zamanlar hayat hem zor, hem daha da güzelmiş.. değil mi?  

E.

23.12.12

Son 21gün!

Duvarda asılı bir ilan.. “dünyanın sonu için bir arkadaş arıyorum”.. talip olan?


                                                                             'Seeking a Friend for the End of the World'

Gökyüzü çöküyor, televizyonda bir adam sürekli son günleri sayıyor, zamanı geldi! İnsanlar ölmeden önce yapılacakları listeliyor, bazıları taşkınlığın dibine vurup ortalığın altını üstüne getiriyordu. Kimse kimsenin hiçbir şeyi değildi artık. Herkes istediği şeyi yapıyordu. Neden? Yani ne istediğimizi yapamamamızın nedeni uzun zaman yaşayacak olacağımızı sanmak mıdır? Ya esas problem ne istediğini bilememekse.. kaçamayacağım bir şeyin varlığına inat koşuyorsam ben nefesim kesilinceye kadar.

Ne yani.. böyle olursa ben dünyanın sonu gelse bile hayata 15 dakika geç mi kalacağım. Olay ‘farkında’ olmaktan mı ibaret?

Düşünsene dünyanın sonuna iki hafta falan kaldı.. hepsi terk etti seni, yalnızsın! Kalan hayatında ne yaparsın? Kendini öksürük şurubuyla sarhoş mu edersin? Ya da mızıka ile resital mi verirsin? Ne yaparsın? Aşık olur musun mesela? Yeni birini tanımaya çalışır mısın?

Zamanımızı o kadar gereksiz insan için boşu boşuna harcıyoruz ki.. hanginizin hayatında “onunla asla ve asla yabancılaşmayacağım” dediğiniz var? O kadar lüzumsuz insan var ki yaşantımızda, aklımızda, kalbimizde.. gereksiz döküntü.. anlamsızca düşündüğümüz o kadar saçma sapan şeyler var ki.. Doğru insan mı? Doğru zaman mı? Doğru mekan mı? diye düşünmekten yaşamayı unuttuk farkında mısınız?

Tüm o aptalca sorular..
Dünyanın son gününde ne olacak biliyor musunuz? “Özgür kalacağız, işte olan bu!” diyor Penny. Bence çok haklı!

O halde kadeh kaldıralım hadi! Yeni dünyamızın başlangıcına!

dipnot*: plak^^ bu unsurun herhangi bir yerde karşıma çıkması benim bi durup içten bir “ahh..” çekmeme sebep..

dipnot**: Penny’nin evinin duvarında asılı olan bir tablo dikkatimi çekti.. üzerinde “keep calm and carry on” yazıyordu. Ne güzel tavsiye^^ değil mi?

dipnot***: içinde yolculuk geçen her filmi seviyorum sanırım:)Bu Dodge ile Penny’nin son yolculuğu olsa bile..

dipno****: buarada bu mızıkanın sesi çok güzel değil de ne:)

özlüsöz*: “-keşke daha önce tanışmış olsaydık, çocukluktan mesela
                -başka türlü olamazdı.. böyle olmak zorunda..
                -ama bu kadar zaman yetmez ki bize..
                -hiçbir zaman yetmeyecekti!”

E.

20.12.12

6 ay sonra.. Viyana'da!!


Ama sabah olacak.. ve biz balkabağına dönüşeceğiz..

                                                                                 'Before Sunrise'

Avrupa’da bir trendeyim, yolculuk Paris’e. Açmışım kitabımı okuyorum.. ama bi alman çift kavgası beni rahatsız ediyor ve koltuğumu değiştiriyorum.. sağıma bi bakıyorum yakışıklı bi çocuk.. tipik Amerikalı ilk görüşte anladığım.. bana ne okuduğumu soruyor, kitabımı gösteriyorum. Sonra yemek yiyelim diyor, kendimi yemek vagonunda buluyorum. Viyana’da ineceğini söylüyor- tıpkı tahmin ettiğim gibi olan Amerikalı çocuk- .. sohbet ediyoruz.. devam ediyoruz.. sonra tren Viyana’ya varıyor.. aheste aheste duran trene inat hızlı bir şekilde çantasını almaya gidiyor çocuk.. sonra aynı hızla geri dönüyor.. kendimi trenden inmiş viyana sokaklarında gülerken buluyorum.. adını soruyorum Jesse diyor. İşte gün doğmadan viyana maceram böyle başlıyor, tam olarak.. -keşke adım Celine olsaydı^^-

İlişkilerde en sevdiğim kısım.. aralıksız soru sorulan dakikalar, saatlerdir.. soru sorma zamanı! Dürüstçe, aniden verilen çat pat cevaplar! Ön yargısız, önceden planlanmamış.. kurgusuz.. mesela biri sorsa şimdi.. “hiç aşık oldun mu?”.. ani cevap: hmm.. şey.. kem küm.. yani bilirsin işte.. nasıl anlatayım.. evet.. ama nasıl deme! Nasıl anlatılır ki.. aşk şey gibidir.. bilemiyoruz! Birine daha önce onu sevdiğimi söyledim.. bu tamamen umutsuz bir şey miydi, özverili, çıkarsız.. yoksa çok bencilce bir sevgi miydi? Genel bir şey miydi? Yoksa spesifik bi an mıydı? Pek sayılmaz.. şey ne bileyim işte.. aşk karmaşıktır! (tam da böyle ‘şey’lerin çoğunlukta olduğu bir yanıtla karşı karşıya kalırsın.. önceden bu soruyu bilseydim ne edebiyat yapardım ama.. ahh!)

Bazen hiç kendinizi davetsiz bir misafir gibi hissettiniz mi? Bir arkadaş topluluğunda, sevdiğiniz adamın yanında, evinizde ailenizleyken, iş yerinde siz geldiğinizde susan kalabalığın ortasında.. hayatta.. hiç davetsiz bir misafirin yaşadığı o mahcubiyet ile hayal kırıklığını yaşadınız mı? Jesse’nin  bundan bahsettiği andan beri düşünüyorum ben.. acaba? Heh bir tane geldi aklıma.. bi tane daha.. evet o da öyleydi.. aa tabi ya burada da öyle olmuştu, hay aksi bir tane daha…

Size bir soru daha “pek de sevmediği kişilere neden insan kafayı takar?"...   
          
Ben başka yere bakarken sen bana bakıyorsun.. ben sana bakarken sen başka yere.. fonda bu müzik mi çalıyordu? tıktık^^ Jesse ile celine arasında göz göze gelememe oyunu oynanırken…

Son soru.. “neden herkes ilişkilerinin ebediyen sürmesi gerektiğini düşünür ki?”.. olmayacak hayallere kapılmak yok! Bir gün ise bir gün.. bir yıl ise bir yıl demek bu kadar zor mu? Niye? Bir şişe kırmızı şarap, iki kadeh ile sadece en harika gece önemsense; düşünülse daha mutlu olunmaz mı?

Film ana fikir olarak tüm o çıldırtıcı sorularla 97dakika boyunca bunu aşılasa da nafile.. sonunda ne mi oluyor?
… “bugün 16 haziran.. 5 yıl sonra burada.. yok çok fazla.. 1 yıl sonra.. hayır 6 ay sonra.. dokuzuncu platformda saat 6da.. 16 aralıkta.. viyanada!”…

dipnot*: demek ki neymiş.. biz insanoğlu öyle bugünlük deyip bırakamıyormuşuz.. hep olsun hep!

dipnot**: son sahnede tüm gece gittikleri yerleri boş görmek hüzünlüydü ya.. geceki masal kaybolmuş.. her şey balkabağına dönmüş gibi..

dipnot***: interrail yapma hevesimi artırdı ne yalan söyleyeyim şimdi gece gece! Az kaldı Avrupa bekle beni^^

özlüsöz*: “akıntıya tutulmuşuz, ben seni taşırım sen de beni…”

“şehrin tüm saatleri senin için çınlamaya başladı
Zaman seni kandırmasın, zamanı fethedemezsin
Acılar ve endişeler içinde hayat akıp gider öylece
Ve zaman oyunu oynayacaktır
Belki yarın belki yarından da yakın”

E.

17.12.12

Küçük efendi'm -Hobbit'm-


Buçukluk cesareti hepimizde olsa keşke^^

Evet evet.. Bilbo Baggins’ten bahsediyorum.. nam ı diyar hobbit:)




Bugün aldım yanıma iki değerli arkadaşımı, taktık 3D gözlüklerimizi.. vee kapandık sinema salonuna.. hem de 3buçuk saat. (buçuk deyip geçmeyeceğim bundan gayri gördük buçuklukların neler yaptığını:)) Neyse işte..  uff bu kadar saat çekilir mi.. yok benim belim ağrır, yok başım ağrır, yok acıkırım, yok susarım, yok sıkılırım gibilerinden sözler duyar gibiyim. Duymamış olayım! Hiç anlamıyorsunuz bile.. misal ben hava aydınlıkken salona girip karanlık bir çıkış gerçekleştirdim. Sorun saati hiç dert ettin mi diye.. sorun! –eve giden otobüsüme yetişmeye çalışana kadar saatler dakikalar benim için pek önemsiz olmuş, adeta orta dünyada kalakalmıştım-

Film içeriğinden bahsedemiyorum maalesef.. zaten ben de öyle bi hal vardır ki.. bu fantastik filmleri anlatamam! İzlemesini pek sevdiğim bu filmlerin anlatıldığında aynı büyüye sahip olduklarına inanmıyorum, ondan herhalde. Büyü demişken Harry'i anmadan geçemeyeceğim.. ah ah Hogwarts…
Ama şunu demeden geçmem…. O meşhur, dillere destan yüzüğün Baggins’in cebine girdiği sahneyi pek bi sevdim.. hele bilmeceler^^

İşte.. burnuma burnuma gelen patlamış mısırın kokusuna, kahve kahve diye beynimin zonklamasına  inat pür dikkat izlediğim Hobbit’den az biraz bahsettim.. gönül isterdi ki daha uzun güzel bir yazıyla burada olayım ama.. elimden bugünlük bu kadarı geldi.. yazmasaydım çok fena aklım kalacaktı:)bu seferlik böyle oluversin..


Bilbo Baggins^^

dipnot*: müzikler harikaydı..

dipnot**: önce kitabını okumadığıma çok pişmanım.. en yakın zamanda tüm servetimi döktüğüm kitapçılarımdan birine gidip bu eksiği tamamlayacağım.. söz!

dipnot***: kahve diye bağıran iç sesimi arkadaşlarım da duymuş olsa ki sinema çıkışı filtre kahveme kavuştum^^ vee.. filtreylen çikolatalı kekin uyumunu bi daha bi daha benimsedim tabi:) –yanına bi de arkadaşlarımla yapılan extra tatlı dedikodu eklenince tadından yenmedi.. mm^^-

dipnot****: vee en son haberim size.. filmden önce en sevdiğim şey fragman izlemektir.. bayılırım film öncesi bu 15dakikalık seansa:) işte bugün izlediğim bi fragman beni benden aldı götürdü.. çocukluğumdan bugüne.. benim için gelmiş geçmiş en büyük süper kahramanım.. clarkkent’m^^.. süperman’m.. geliyormuş!! Benim gibi düşünenlere müjdemi vermiş oldum böylece, sevgiler..:)

E.




15.12.12

1fincan kakao?


Kasımı geçemediğim, aralığa alışamadığım, ocağı beklemediğim şu günlerde yine bir playagain ile daha sizlerleyim:)


                                                                                                                   'Sweet November'

Dün gece oturdum, bir türlü uyku tutmadı dedim ki bi film izleyeyim.. düşündüm düşündüm… (yalan!)

Dün tüm gün gece film izleyeceğimi biliyordum, hatta ne izleyeceğimi de biliyordum. Takvimdeki tarih aralığın 15ini gösterse de ben 1 Kasım deyiverdim..  gece 3  sularında çektim battaniyeyi üstüme, aldım laptopu kucağıma, taktım kulaklığı, başlattım filmi.. sweet november!!

Aradan uzun bir zaman geçtiğini filmin ilk sahnesinde.. “aa böyle miydi ya burası” dediğimde anlamış bulundum.  Aradan uzun bir zaman geçse de etkisinin aynı olduğunu filmin sonunda zaten biliyordum.

Hayat nedir diye sorduğumuzda hep kendimizi düşünürüz dimi? Sanki hayat kendimiz, biz olmasak yaşam olamayacak gibi bahsederiz hep. Şu dünyada sırf bundan ötürü diyebilirim ki en bencil yaratıklarız biz övünmek gibi olmasın.. ama esasında gerçek öyle değildir. Bunun farkında olmamız da bizi en akıllı yaratık yapıyor böylece.  Hayat aslında hiç durmaz, hiç gecikmez, hiç yorulmaz.. sürekli olarak etrafımızda gerçekleşir. Zamanı durduracağımızı düşünmek ise.. her halde yüzyılın yalanıdır!

Aşık olmak… hep tartışırız ya hani. İlk görüşte aşk var mıdır? Çok erken değil mi daha evlenmek için? Onu mu buldun bula bula? Ben nasıl ona aşık olurum? Henüz birbirimizi tanıyalı 1 ay oldu, çok yeni değil mi? 1 ay… “anlamlı olacak kadar uzun, ve sorun çıkarmayacak kadar kısa” –öyle diyor Sara.. ben demiyorum! Elçiye zeval olmaz^^

Saydığım tüm o sorular ya kendi kendimize sorduğumuz, ya da çevremizde çok duyduğumuz şeyler değil de ne! Biz hep kuralları koyup koyup, onları ihlal etmemeye çalışıyoruz farkında mıyız? Bu kurallar bizim aklımızın oyunu.. sözde en akıllı yaratıklarız ya biz.. olmaz olası..

Ama gel gör ki.. insan kendi kurallarını an gelir ihlal edebilir. Hem de bir an olsun düşünmeden, ya da düşünmek olsun diye düşünerek.. ne fark eder… bir bakarız ki kuralsızlığın kuralını oluşturuvermişiz.

dipnot*: Nelson’un en güzel hediyesi kendi sesi değil de ne:)

dipnot**: her şey 1 fincan kakao ile başlamadı mı?

dipnot***: dün gece rüyamda bile kasım’da kalmışım ben.. film etkisi diye buna derim:)

özlüsöz*: “hayatımı yaşıyorum, üstelik geç kaldım”

veee en can alıcı darbeyi en sona sakladım. Önce bir tıktık^^ ve gözler kapansın…

E.




11.12.12

Enginar kalbi^^


(Şimdi öncelikle bu yazıyı okumadan önce bi tıktık^^.. sonrasında.. bu müzik eşliğinde iyi okumalar dilerim efendim:))

                                                                                                                       'Amelie'

Bugün günlerden 10 Aralık/ saat: 17.30
Bilmem kaçıncı kez Amelie seanslarımın sonuncusuyla sizlerleyim.

Herkesin mutsuz anlarında yapmayı sevdikleri, her ne olursa olsun gülebilecekleri, sakinleşebilecekleri bir şeyleri vardır. Amelie gibi taş sektirmekten değil belki de, ya da tatlının üzerini kaşıkla kırmak değil  ama.. ben yazdıkça rahatlıyorum, yazdıkça dökülüveriyorum; saçılıyorum her yana. İçime hapsettiğim her şey ani bir dışa vurum yaşıyor, kelimelerin sayesinde.

İşte bir diğeri de.. bu kızı izlemek. Bu müzik eşliğinde, Fransa’da. -İki değirmen cafede- Cafelerde geçen filmleri pek severim, beni az biraz tanıyanlar bunu da bilir nedenini de^^ ama tabi durum bu filmde iki kat üç kat diye katlar her şeyi.

Çocukken zaman çok çabuk geçer. Hayallerimle küçük dünyama büyük rüyaları tıkıştırdım ben hep küçükken. Tıpkı o bitmeyen resimde elinde bardak tutan kız gibi, resim dışındaki her şeyi düşündüm. Hep senin gözün çok yüksekte, heyy uçtun iyice!! Gibi tepkilere maruz kaldım bu yaşıma kadar. Bitti mi? Hayır:) Hala uçuyorum, iniş gerçekleşemedi. Sanki uzaklardayım gibi, farklı dünyadanmışım gibi sanki.. ya da farklıyım sadece, anormalim belki.

Mesela hep bi telefon kulübesinden gelen çağrıya cevap vermek isterim, bilmediğim sokaklarda kaybolmayı kayboldukça keşfetmeyi  keşfettikçe.. diye süren bir felsefem vardır, yalnız olmaktan hem rahatsız olurum hem mest olurum, kahve+çikolata her daim iş görür, film karesinin her hangi bir köşesini ucundan göreyim işte koptuğum an, NewYork^^, 1950s, Bülent Ortaçgil mesela nereden geldiği önemli değil sesi duyduğum an mıhlanır kalırım, en sevdiğim bayram bende olmayandır mesela(Christmas), en sevdiğim renk diye bir şey yoktur mesela sadece benim renklerim vardır, 45lik takıntısı vardır eskileri severim hep; vintage diyorlar ya heh! O işte:), modadan pek anlamam başkasında sevdiğimi kendime yakıştırmam, acayip hayalperestim mesela al beni vur Amelie’ye o derece.

Gerçekle yüzleşmek neden isteyeyim ki? Hiç eğlenceli değil.. hatta çoğu kez sonu hüsran, ağlamaklı falan bi mod değil mi? Hayal dünyamdan gerçekliğe geçerken, hep kendimi korku tüneline binmek için jeton almış bir çocuğa benzetirim. Korkar ama çaktırmaz, gururlu-cesur bir edayla bam güm girer tünele; sıkar dişlerini, tırnaklarını avucuna geçirir, gözünü kapar. Karanlıkta fark edilmez ama rengide atar en esasında. Tünel eni sonu biter tabi.. çocuk çıkar.. yürür anne babasına.. temiz havayla birlikte elleri gevşer, ağzı hafiften açılır, ciğerleri havayla dolar-taşar. Bi gülümsemeyle bakar ebeveynlerine.. kim bilir hangi ödülü kapmak içindir bu maskeyi takınması. Dondurma mı? Dönme dolaba ikinci bir bilet mi? Kim bilir^^

Hep koş derler, git, hadi ne duruyorsun! Yakala zamanı, yakala onu! Cesur ol ya biraz, hadi hadi.. ama bir şeyi bilmezler, ya da bilmek mi istemezler anlamam bir türlü.. Sen koşarsın ama O istemezse asla yetişemezsin.. Ya da sadece yıldızların olduğu yere gitmek istersin.. Temiz! İmkansız bir mutluluk çabası diyeyim şimdiden.. umudunu baştan kırıp attım belki ama.. gerçeklerden bahsediyorduk dimi?

Hayat sonsuz tekrarlardan ibarettir.. benim Amelie’yi tekrar tekrar izlediğim gibi, ya da aynı yemeği tekrar tekrar yememiz gibi, ya da aynı hatayı, aynı lafı, aynı cümleyi… Matematikten hatırlarım bu sonsuzluğu ben, önceleri çizmesi zor gelen simgenin yan sekiz olduğunu bulduğumuzda çok mu mathaf bir şey yapmıştık ya sahi.. Sonsuzmuş işte.. Hayat bu, öyle parmak hesabına gelmiyor pek. 1 kere yaptım, yok 2 oldu, öhh 3. kez mi daha neler… bu hayatta geçersiz eleman, olmuyor etkilemiyor. Matematikteki ‘0’ misali… Ya yeri gelmişken bu 0’ın hali ne olacak, ne acınası, ne silik bir karakterdir böyle..

Neyse işte.. nereden nereye geldim ben böyle. Amelie diyordum ben en son.. benim mutlu olmak için kendime arada hatırlattığım başucu filmlerimden.. bunca zamandır burada yazısının olmama sebebi ise yazdığım hiçbir şeyi beğenmemem. Bugüne kısmetmiş! Bunu sevdin mi şimdi? Bu mudur yani diyenlere gelsin… ben hep doyumsuzumdur/ huyum kurusun!


dipnot*: havalardan bahsetmek, zamanı unutturuveriyormuş bize. Deneyelim bi.. şu sıralar parçalı bulutluya inat yağan sağanak gibiyim.. aa dur yanlış oldu hava mı ben mi.. neyse..

dipnot**: bugün mutluluk seansımın daha erken olmasına rağmen yayının bu saatte yapılmasının sebebi.. seanstan sonra başıma gelen birkaç bürokratik yazışmanın getirdiği mutsuzluğun dibine dalma durumum. Neyse ki playlist’mdeki Ortaçgiller beni kendime getirdi^^

özlüsöz*: “iki sıradan insan al, onları birbirlerini sevdiklerine inandır ve kaynamaya bırak. her zaman işe yarar”

özlüsöz**:”sensiz şu anki duygularım sadece geçmişin kuru bir kabuğu olabilir”


E.