31.1.13

Evimi bari bana bırakın!!!


Dünya’nın orta yerinde durmuşum, ağlanacak halime inadına direniyorum!!

Koskoca evrenin ufacık tefecik bir noktasından sesleniyorum size! İğne ucu kadar yer edinemediğim şu evrende ne çok şeyi dert ediyorum bi bilseniz.. yaşadığım yere sığamamaktan bahsediyorum.. yaşadığım yerden beni kovmak isteyenlere isyanım! Doğduğum büyüdüğüm.. sokaklarında sek sek oynadığım mahallemden kovuluyorum, ilk aşkımızla korkak korkak bakıştığımız o tahta pencereleri yıkıyorlar.. bakkal amcayı, köşebaşı kıraathaneyi, çocukların var güçleriyle savaştıkları o salıncağı yıkıyorlar.. yıktıkları şey beton değil yalnızca.. ruhu çürütüyorlar, çocukluğumuzu, masumiyetimizi yıkıyorlar.. yerine ise ruhsuz beton yığınları koyuyorlar.. allıyorlar pulluyorlar bize bu ruhu satılmış betonları bilmem kaç dolara satıyorlar.. havuzlar.. kumsuz yapay parklar.. tenis kortları.. spor salonları.. güvenlik sistemleri.. -izole hayat-

Söylesenize!! bu renksiz yapıları şahaser gibi sunan siz müteahhitler, devlet adamları, gözü paradan başka bir şey görmeyen insancıklar.. bizi sizden korumanın bir yolu yok mu? O bahsettiğiniz rezidanslardaki üstün güvenlik önlemlerini yaparken kimi kimden korumayı amaçlıyorsunuz ? Tanrı aşkına kurda kuzu teslim edilir mi?

Kentsel dönüşüm.. İstanbul metropolü, taşı toprağı altın şehir.. bildiğin enkaz altında çırpınmakta.. o korktuğumuz deprem bile bu kadar viraneye çevirmedi bu şehri.. doğal afetlerden kaçarken yapay afete yakalandık farkında mıyız? Hangimiz Ayazma’da olanları, Sulukule'deki yıkımı, Tarlabaşı’ndaki ölü apartmanları.. Taksim’in geldiği hali görebiliyoruz? Hangimiz bu geldiğimiz oyuna dur diyebilme cesareti gösteriyoruz? Kaç kişiyiz..  

Uzaktan baktığında, pembe gözlükleri taktığında.. ah diyoruz! Ne büyük nimet bu kentsel dönüşüm.. o eski binaların yerini mis gibi gıcır binalar alacak.. Saf mıyız? Soruyorum o halde.. binaları yenilerken hazır elimiz değmişken insanları da mı yenileyelim diyorsunuz? Tabi ya.. o kadar para harcayıp gıcır yaptığınız o kulelerde parayı yaşam biçimi olarak görmeyen bu insanları yakıştıramıyorsunuz dimi? İstanbul’un en güzel yerlerinde oturmayı hak etmiyorlar dimi? Aynı havayı bile soluduklarında boğulacaklarına inanan insan vücuduna girmiş kirli banknotlar sizi! Her şey sizin elinizde.. her şey sizin insiyatifinizde olmalı.. paran yoksa yaşamanın da gereği yok dimi?

Hayır.. en çok ne zoruma gidiyor biliyor musunuz? Sadece emekleriyle bir yerlere gelmeye çalışan, çalmayan çırpmayan bu insanları kandırıp yerlerini yurtlarını zenginlere peşkeş çekerken hiç utanmıyor musunuz onlarla dalga geçmeye? “yer gösterdik ama onlar yerleşmiyorlar, daha fazlasını istiyorlar.. ne yapalım.. devletin parası olsa bedavaya veririz ama ne yapalım” diyen bir zihniyetin ürünü bi yapılanmadan bahsediyoruz.. onca zaman çadırlarda kalmak zorunda kalan bu insanlara şaka yapar gibi uçuk rakamlarla peşinata zorladığınız evler gösteriyorsunuz.. ya Tanrı aşkına! bu insanlarda para olsa nerede oturacaklarını size mi soracaklar? Bu şekilde çadırda yaşamak sizlerin doğayla yaşamak adı altında düzenlediğiniz o bilmem kaç yıldızlı kamplara benzemiyor ne yazık ki.. ya siz o izole fanuslarınızdan tüm dünyayı farklı görüyorsunuz.. ya da.. ki bence öyle.. görüyorsunuz çok net görüyorsunuz ama sadece umursamıyorsunuz.. o kadar!


                                                                                           'EKÜMENOPOLİS Ucu Olmayan Şehir'

Ama işte herkes siz değil.. birileri umursamış, ses çıkartmış.. harika bi film yapmış! belki birileri daha görür birileri daha farkeder içinde bulunduğumuz bu amansız oyunu diye.. ki nitekim olmuş!!

İmre Azem'in elinden süper bir farkındalık eseriyle karşı karşıyayız.. bu ucu olmayan şehirde kaybolmamak için: tıktık^^

"İstanbul'daki ekolojik eşikleri aştınız. Nüfus eşiklerini aştınız. Ekonomik eşikleri aştınız. Peki, nereye gidecek bunun sonu?"

Tüm kararların benim adıma verildiği, tüm o göstermelik demokrasinin içinde sıkışmış kalmış bireyler olarak çok şey mi istiyoruz.. mahallemizi kaybetmek istemiyoruz, çardak sohbetlerimizi balkonlara otutturulmuş yapay bahçelere taşımak istemiyoruz, yağmur yağdığında toprak kokusu duymak istiyoruz, griden başka mavileri, yeşilleri görmek istiyoruz, ya.. çok mu? altı üstü insanca yaşamak istiyoruz.. Tüm haklarımız sallantıdayken.. bari evlerimizi bize bırakın!!

E.


30.1.13

'Işığa yürü Lizzy!!'


                                                “Eğer gerçekten bana dokunabilseydin.. tüm bunlardan uyanabileceğimi düşünüyorum..”

Hayatımızı hep erteliyoruz.. o ve ya bu sebepten. Sadece erteliyoruz, pek bi alışkınızdır biz yarın yaparız demeye ne de olsa dimi? Ben hemen işe koyulduğumu hatırlamam mesela, hep bi sonraki güne bi sonraki haftaya atarım.. konuşmaları, başlangıçları..

Peki ya tüm bu yarınlara inat, aniden gitmek gerekirse? Yarım kalmış onca iş.. onca hikaye varken.. geri dönmesi mümkün olmayan bi yolculuksa çıktığın bu amansızlık.. o zaman ne yapmak gerek?
Şu aralar o kadar fazla ‘anı yaşa’ felsefesiyle doluyum ki.. yapamayacağımı bile bile..

Günlük konuşmalarımızda bazı tabularımız vardır bizim.. söylemememiz gereken şeyler, duymamamız gereken şeyler.. ölümde bunlardan biri değil midir? düşünmek bile yasak uyarısına maruzdur..ama farkında bile olmadan büyürüz biz, büyüdükçe hayallerden uzak gerçeklerle yüzleşiriz.. ölümden mi korkuyoruz biz? Yoksa istediğimiz şeyleri yapamamaktan mı? eksik kalmaktan..

Arafta kalmak demek bu olsa gerek..


                                                                                                               'Just Like Heaven'

Gece yarısı film izlemelerini pek bi severim.. hatta gece yarısından öte sabaha yaklaşan saatlerde, evin sessizliğinde sadece filmin yaydığı ışıkla keyiflenirim ben. Sanırım ben geceleri gündüzlerin üstüne taşıyanlardanım.. gece uyanık olmanın huzuru^^

Uyuyamamanın verdiği şey midir bu huzurla karışık düşünce nöbetleri? Ya da bunların yüzünden midir uyuyamamak?

İşte dün gece tam yatmak üzereydim ki televizyondan bi film göz kırptı bana.. just like heaven.. daha önce izlemediğim, üstelik izlemek istediğim.. tabi ki en kolay fedakarlık yaptığım şey olan uykuyu bi kenara atıp filmi izlemeye koyuldum.. aslında televizyonda film izlemeyi sevmem, o en can alıcı yerlerde dann! Diye giren reklam müziği tüm keyfimi kaçırır.. o kadar çok reklam olur ki hatta.. filmden uzaklaşır, öylece kendinizi reklamları izlerken buluyor olursunuz. Ama işte gece olunca iş böyle olmuyor.. sadece tek reklamla güzel bi film izleyebildim.. laptop ekranı&kulaklık’tan uzak bi film seansı yaptım.. (tabi altyazılı, herhalde tek tahammül edemediğim dublaj!!) böyle işte.. tatlı bir romantik komedi sonrası uykuya dalıyorum ben de..

Bi film izliyorum.. yine pişman olmaktan korkmalar, keşkeleri hayatından def etmeler..sonra bi bakıyorum.. radikal kararlar..

Sonra mı? şişirdiğin balon sönüveriyor.. biri çuvaldızı dann!! diye batırıveriyor… kimi ben.. kimi sen.. kimi o..
Yine firar..

dipnot*: Reese Witherspoon.. ilk defa sevdim desem^^ ve bence Elizabeth çok haklı Lizzy ne ya!!

dipnot**: San Francisco^^ -çocuktum, o zamanlar ‘full house’ diye bi dizi vardı.. bilmem hatırlar mısınız?  Jenerikten bi araba Golden Gate Köprüsü'nden geçer.. işte bir itirafım olacak bu konuda size..:) ben o zamanlar o köprüyü Boğaziçi Köprüsü sanardım.. oranın San Francisco olduğunu öğrendiğimde.. resmen tüm çocukluk hayallerim suya düşüp boğuldu.. ahh ahh çocukluk aklımı seveyim^^ hala bu şehri görünce gülerim, o zamanki halime.. daha kim bilir nereleri nereler, kimleri kimler sandım:)

dipnot***: ya bi de.. filmi izlerken aklıma Ruhsar geldi.. bi de ona güldüm:) şuan bile içimden jenerik müziğini mırıldanıyorum.. kaç yıl geçmiş unutmamışım hala.. gereksiz her şeyi hatırlama konusunda üstüme tanımam^^ unutanlar için tıktık^^

özlüsöz*: "Tanrı içkiyi insanlar sosyalleşsin diye yarattı; erkeklere cesaret verir, kadınları rahatlatır!"

E.

19.1.13

Sıradan bi cumartesi..


Günümü iki adet romantik-komedi playagain'le sonlandırıyorum.. bu kasvetli cumartesini biraz olsun güldürmek için! Kahkaha demiyorum, tebessüm de yeter..

Evden çıkmaya üşendiğimden, netten film indiremediğimden, evde izlenmemiş filmlerime inat daha daha eğlenceli bi film olsun diye arandığımdan.. çook önce izlediklerime hemen göz kırptım.. tam hatırlayamadıklarım, sevdiklerim, tamamen unuttuklarım.. ohoo.. baya baya kabarık bi liste çıkardım.. ve ilk iki sıramı çook uzun zaman önce izlediğim.. Hitch ile 27dresses’a ayırdım^^


                                                                                                                             'Hitch'

İlişkiler bi hastalık mıdır da doktora ihtiyaç vardır? gibi klişe bir cümleyle başlıyorum o halde.. yok aslında şöyle sormak gerek.. birini sevmek ama kendini sevmemek hastalık mıdır? hmm sanırım evet! Zaten buradaki doktorumuz da buna çare değil mi? özgüven aşılama, pohpohlama, bir tutam cesaret.. tata tatam.. mutlu son^^

Taktikler, buluşmalar, konuşmalar, kumpas, entrika, yalan.. pardon da ilişkiye mi savaşa mı hazırlanıyoruz? İlişkiler de bi nevi savaş gibi diyenleri duyar gibiyim.. kazananı cidden merak ediyorum.
Şimdi sen bu doktorun (hitch’in) yaptıklarını onaylıyor musun onaylamıyor musun? diye sordun diyelim:) ahh bilemedim ki.. bi kısmını evet bi kısmını hayır.. ama WillSmith süperdi o ayrı^^

Zor işler bunlar.. çetrefilli, karmakarışık.. o yüzden işte o sıradan numaralar bayat kalıyor söz konusu aşka gelince.. ya aman.. en iyisi hiç sevmemek galiba? Peki ya “iyi” yeterince iyi değilse. Ya olağanüstü bir şey istiyorsam.. hmm olayı bilmece tekerleme arası bir noktaya vardırmayı başardığıma göre susuyorum..

Alex Hitchens kendini arabanın üstüne atarken diyor ki.. “ne halt etmeye atladım ki”..  işte aşk da öyle bir şey..

*tüm müzikler güzeldi ama en güzeli.. bu filme en yakışanı bu olsa gerek.. tıktık^^ .. try and try.. try and try.. 


                                                                                                            '27 Dresses'

Düşünüyorum da.. biz kadınlar evlenmek için mi düğün yapıyoruz yoksa düğün için mi evleniyoruz? Ya da şöyle de sorulabilir.. biz o gelinliğe mi aşığız yoksa o adama mı? ..

Ben bunları düşünürken.. sonra biri çıkıyor ve diyor ki.. evliliğe inanmak=noel babaya inanmak! O kadar mı fantastik bi dünyadan bahsediyoruz biz?

Sonra o adam diyor ki.. ‘hayır’ diyebil! biraz olsun kendini düşün! Benim aşık olduğum yazılar için diyor ki “onları hissetmeden yazdım, çünkü ben iyi bir yazarım”.. –hiçbir şey hissetmeden yazabilir misin sahi?

Ve.. bi gün oluyor bi tek bi tek derken sarhoş oluyorsun.. içinden geldiği gibi konuşuyorsun.. sonra bi bakıyorsun ki aslında anlattığın kişi esas sen değilsin.. (hani içki bütün kötülüklerin anasıydı.. pehh^^).. sonra o müzik çalmaya başlıyor.. bi bakıyorum ki Kevin ile Jane barda deli gibi şarkı söylüyorlar.. b b b bennie and the jets tıktık^^


Uzun zamandır bol ağlamaklı, bol melankolik filmler izleye izleye sulu göz olmuştum ki.. arka arkaya bu iki film beni kendime getirdi.. yanında da şöyle en çikolatalısından bir dondurma olsaydı mm off^^
.. sanırım bu cumartesiye bi film daha yakışır he?.. sıradaki... "Chocolat" mı olsa ne, ironi olur^^ 

E.

16.1.13

Aklınızdan çıkmayan biri var mı?


Einstein “ Hiçbir büyü ya da gizeme inanmıyorsan, aslında bir ölüsün demektir” demiş..
Şu saatte izlediğim filmin arkasından.. tatlı bi doğal sarhoşluk seziyorum kendimde. İlginç bir huzurun başkalaşımı..


                                                                                                             'Before Sunset'

Filmlere çok anlam yüklüyorsun.. saçmalama!! Onlar sadece karelere sıkışmış hayatlar, hayal, rüya.. gerçek olmayan.. Ben de bunu sık sık kendime hatırlatırım. Kendime, kendime benzeyen arkadaşlarıma.. ama sonunda kendimi hep bu halde bulurum.. biraz kırgın biraz mutlu. Kendimi çok değiştirmeye çalıştım, bu gerçeklikten uzak fantastik karakterimi çöpe atıp, realist bi insan olmaya çabaladım.. baya baya denedim.. süper ötesi çelikten bi zırh giydim bi ara, tüm duygulara karşı.. sonra bi baktım ki yine incinmişim.. yine kendimi üzecek bir şeyi bulup çıkarmışım saklandığı delikten.. neyi neyden kimi kimden koruyordum ki ben Tanrı aşkına? Ben kalemi kendim yıkıp, kendim yaptım hep.. her değişmeye çalıştığımda, iki kat silah kuşandım.. sonuç mu? İnsanlar kabul etmese de, biz hiç değişemiyoruz!!

Kimseyi kimsenin yerine koyamazsın, hiçbir yer başka bir yeri unutturamaz, her şarkı sana yazılmıştır, her kitap sensindir.. kaybedilen kaybedilmiştir, üzülmek niye? Diye sormak kolay.. çok kolay hem de.. ben de soruyorum hep.. Niye? İnsanlığın özü olsa gerek, pişmanlıklarla büyüyoruz biz, keşkelerle.. neden orada değildin? Neden böyle dedim? Neden gelmedin? Neden aramadın? ohooo..

Gün doğmadan başlayan, ve bittiğine inandığın bi hikaye.. bi bakarsın gün batmadan seni bulmuş yine.. yıllar sonra belki ama yine de sana hatırlatır o unutulmaz yaz gününü. Jesse’e kitap yazdıran o şeyi.. Celine’nin tüm küsmelerini, o şarkıyı söyleten şeyi.. bu sefer Viyana’da değil Paris’te yürüyorlar..

Esas kız bir şey diyor o arada.. “ gençken insan bağlanacağı bir çok insanın olacağına inanıyor. Ama o hayatında sadece birkaç defa oluyor. Ve sen o fırsatı da kaçırabiliyorsun”.. gerçeklikle aşk arasındaki o çelişkiyi siz de görebiliyor musunuz?

Onu hatırladım ve özledim..
Unutmadım ve bu beni kızdırıyor.

dipnot*: devam filmi olarak en sevdiğim diyebilirim^^ genelde seri filmlerde, kitaplarda hep ilkini sevmişimdir.. diğerleri benim için hep izlenmesi ve ya okunması mecburi şeyler olarak kalmıştır.. ama bunda farklı.. günün doğmasındansa batmasını beklemek bana daha fena geldi:) Before Sunrise için tıktık^^

dipnot**: Celine bi laf ediyor arada bir yerde.. “geçmişinde yaşamak zorunda değilsen, hafıza harika bir şey”..

dipnot***: Jesse’in düğününe giderken, Celine’i NewYork’da görmesi.. ama hayal sanması.. ah lanet olası tesadüfi felaketler!!

özlüsöz*: "çok şey yapmak istiyorum, ama sonuçta hiçbir şey yapmıyorum."

Son bir şey! … her gün son günümüz ya hani.. bugün son günümüz olsa kime ne söylerdiniz??

E.

14.1.13

Bi umut masalı..

Çok sevmek delilik midir?

Ya da sevilmediğini sevmek? Sevmeyeni sevmek.. olmayan birine inanmak.. olmayan bi aşka bağlanmak.. iyileşmemek için çaba sarf etmek, mutlu olmak için korkmak denir buna! Anılardan kopamamak.. anıları düşündükçe boğulmak, açılamamak, kulaç atamamak..

Eskilerden bi an vardır.. hafif melodik hafif melankolik belki de.. bi şarkıya kendi ağırlığından fazla şey yüklemek ne kadar mantıklıdır ki? Altı üstü şarkı, do re mi hecesinden öte bir duygu var olmaz.. bazı şarkılar vardır senin nefesini keser, başını döndürür.. delirmek bu mudur? Delirmek geçmişten gelen bir tınıyla kafayı bulmak mıdır? Hayal dünyana taktığın o alyans kadar parlak mıdır? Sorular sorular.. hepsi uzaktan sana göz kırpan o ufak umut ışığını bulmak için değildir de nedir..

Umut.. ne der atalarımız “umut fakirin ekmeği”.. olamayanı ummak, inanmak.  Elinde elle tutulur bir şey yoksa, hayatta soyut çalışanlardansan sen de.. işte imdadına yetişen bu umut safsatası beliriveriyor aniden.  Onu umdukça yaşıyorsun.. onu umdukça yaratıyorsun.. onu umdukça mutlusun.. bittiğin de mi? Booomm! dünyanın başına yıkıldığı an o olsa gerek.. o yukarda tüm haşmetiyle duran gökyüzü var ya o tümden kafana geçer, deniz her zamankinden daha bi dalgalanır, hava her zamankinden daha fazla üşütür.. titrersin, hıçkıra hıçkıra ağlarsın, kah kahkaha basarsın kah çığlık atarsın..  sonra mı? sonrası sana bağlı be canım.. aynayla yüzleşmeye ne kadar hazır olduğuna bağlı..

Sonra biter.. gün ay yıl.. ne kadar sürer bilmem ama geçer.. sonra?  Senin için biten o şey diğerleri için de bitmiş midir? İşte esas sorun.. buna halk arasında “delirmiş” olmak gibi bi suçlama ile bakılır! Asla iyileşemezsin mesela.. Ah vah zavallı pek de akıllıydı, pek de güzeldi, pek de iyiydi.. tüm acımaları çektiniz mi içinize? Heh tamam..

Şimdi sıra yeni bir umut ışığı bulmakta.. çok mu uzakta? İlla ufuk çizgisine mi bakmak gerek? Yoo.. belki sağına belki soluna.. belki bi enstrümandan çıkan bi seda, belki de bi pistten taşan bi dans.. belki de içinde.. kalbinin en kullanmadığın kısmında belki de.. tüm aradığın sevgi belki de sende kim bilir?


                                                                                                             'Silver Linings Playbook'

….
Bugün ani bi kararla kendimi sinema salonunda buldum.. oysaki benim evime gidip yarın olacak sınavıma çalışmam gerekti.. ama nerdee.. esasında Anna Karanina’ya gitmek istemiştim, kafamdaki ilk oydu.. ama seans bulamamaktan ötürü listemin ikinci satırına indim ve Umut Işığı’na bi bilet dedim, sıradaki seansa.. evet bi bilet^^ yalnız başıma sinema keyfi için… biletimi aldım.. sonra gittim en kocamanından kahvemi aldım. Ama şimdi esas mesele onu sinemaya sokmaktı.. (yasaktır ya hani dışardan yiyecek, içecek) ama benden kaçar mı:) sol elime aldım kahveyi, attım üstüne montumu.. elim hafiften yana yana girdim salona.. her şey salona girene kadar zaten.. ondan sonrasına karışmıyorlar.. zaten filmin başlamasıyla çantalardan çıkan zulaları görünce yalnız olmadığımı anladım, ohh dedim.. sinema salonlarında çay kahve içmek için kazık yememeyi akıl eden kişi olarak tek değilmişim ben.. biz salonca anarşistmişiz meğer^^
Öyle işte..

dipnot*: Bradley Cooper^^ hem yakışıklı, hem harika oyuncu… oscarı alır mı bilmem ama Hangover’da niye dikkatimi bu kadar çekmedi diye hayıflanmama sebebiyet verdiği kesin:)

dipnot**: Katniss’de vardı ordaa.. Jennifer Lawrence yani.. kusuruma bakmayın ben hala Hunger Games’den çıkamadım da ondan.. ki bence oda çıkamamış ki hala o ateşli, kızgın bakışları bana unutturamadı o mıntıka savaşlarını napalım:))

dipnot***: hee bir de Robert De Niro’da varmış meğer^^  tabii  onun için kelimeler kifayetsiz..

dipnot****: film finallerinde en gözde sahnemdir, dans sahneleri^^ burda da öyle oldu.. hatta bi qucikstep dansı var kii.. hihh bayıldım^^

E.

10.1.13

'Oyun'a var mısın?

"Bir varmış bir de yokmuş... Çok eskiden değil de şimdiki zamanlarda, insanlar böyle yaratık gibi bir şeyin içine girip, orada başka hayatlar yaşarlarmış... 'ben ben ben' diye diye ölürlermiş. Sonra işte zaman yine bu zamanlarmış... Artık üç kişi olmuş bunlar..."


                                                                                                                                  'Katilcilik'

Korkuyor musun?
O salona girmekten mi? Geçmişle yüzleşmekten mi? Onu öldürmekten mi korkuyorsun? Onu değil aslında.. o bıçağı geçmişine saplamaktan mı korkuyorsun yoksa?
Çocukken oynadığın oyunlar gibi değil tabi! Daha gerçek daha sen.. artık bir günlüğüne başka biri olup vazgeçemiyorsun öyle..

Artık dönüştüğün şey.. gerçek sen.. içinde sakladığın sen.. geriye dönüşsüz.. oldun ve bitti.. bu oyunun kuralları yok artık.. oyun sonunda eve dönmek de yok belki.. büyüdün artık ve hala büyüyorsun..
Artık lisede o oğlanı sevdiğini söylemek için, o kızı öpmek için bahane edip oynadığın şişe çevirmece kadar masum değil hiç.. doğruluk mu cesaret mi diye sorduğunda eskisi gibi ani cevap veremiyoruz işte..
Sonunu düşünmeden, dürüstçe, neyin nereye varacağını umursamadan o çocuksu tavırla konuşamıyoruz.. beynimiz kalbimizden önce büyüyor ne yazık ki.. durduramıyoruz üstelik..

Doğruluk mu cesaret mi?
Oynayanınız var mı? Peki genelde hangisini seçerdiniz? Ben mesela genelde hep doğruluğu seçerdim.. yalanlarımla sarıp sarmaladığım doğruları.. cesaret ise hiç benim harcım değildi.. aslına bakarsak doğruyu söylemek de bir cesaret istemiyor muydu?

Bi masal dinledim ben geçen akşam Yiğit Sertdemir'in hayalinden.. tam da bu konu üzerine.. bir varmış bir de yokmuşla başlayan.. senin içindeki başka senle tanıştıran bi masalla uyandırıldım ben..
Evet evet uyandırıldım.. yanlış duymadınız.. küçüklere anlatılan masalların aksine büyüklere anlatılan masallar uyutmaz.. hem hangimiz mışıl mışıl uyuyacak kadar masumuz ki.. büyüdük işte eni sonu..

Ama gel gör ki filifudan öte geçemedik.. aslına bakarsan biz o filifuya daha varamadık bile.. devam edemedik biz.. saplandık kaldık.. evimize.. odamıza.. 

Ee ne dersiniz.. sever misiniz siz de doğruluk mu cesaret mi oyununu? Peki katilcilik oyununa var mısınız? Bir geceliğine olsun sen olmaya? Var mı sizde.. içinizdeki ötekini öldürecek cesaret? 

dipnot*: varsa eğer.. sizi yokuşa davet ediyorum.. kumbaracı50^^ 

E.

6.1.13

mon amour Pinocchio^^

                                                            “Çok sevmek ve yeterli cesarete sahip olamamak hayalete çevirdi beni”


                                                                                            'Beautifiul Lies'

Bir mektup, küçük güzel bir yalanla beliriverir aniden.. başkasına yazılan satırlar, akar gider bir başkasına umut olur kim bilir! Sen farkına varmadan, değiştirmişsindir her şeyi, yazdığın o kelimeler bambaşka nedenlere sebep olmuştur belki.. belki senin belirlediğin rota isyan etmiştir gittiği yönden.. aniden karar değiştirmiştir kim bilir! Kim bilir.. bir mektup tahmin ettiğinden çok işe yaramıştır belki..

Birini hayatına dahil etmiştir.. ve ya dahil olanı çıkarmıştır.. ya da ortada kalana bir yer tayin etmiştir..
Yazdığına sevinmişsindir, yazdığın için rahatlamışsındır, buruşturup attığın onca kağıda inat dimdik duran o güzel yazıların bulunduğu kağıt.. durursun ve uzaktan bi süzersin hınzırca.. kendinden bir şeylerin dışa vurumu.. söz uçar yazı kalır ya hani.. tam da öyle bir şey.. kendine sesli söylemeye bile çekindiğin şeyleri yazmak hem daha acı, hem daha güzel değil de ne?

Cesaret mi? Ya da konuşamamanın korkusu mu? Yazdığının altına imza atmak en zoru he? Cesaret nereye kadar doğrudur ki? Yalan söyleyen bir tek pinokyo mu var şu dünyada..

Cesaret bir şeyleri korkmadan yapmak değildir bence.. cesaret tüm yalanlarını itiraf etmektir.. o küçük beyaz yalanlar bile an gelir başa dert olur.. bunu bilmeyen yoktur da.. işte işin kötüsü bunu söylemek dünyanın en zor işi..

Bazen durup her şey yalan sen neden bahsediyorsun ki diye sorasım gelir kendime. Yalan olmayan şey var mıdır ki? Yeri gelir arkadaşlık yalan olur, an olur aşkındır esas yalan olan.. belki kardeşliğin, belki anneliğin yalandır.. dünya yalandır gibi bir klişe de olsa doğrudur be tüm olanlara inat!

Zaman geçer.. uyursun uyanırsın bi daha uyursun.. arada sırada rüya görürsün mesela.. sonra tekrar uyanırsın.. zaman geçmiştir.. açarsın o çekmeceyi çıkarırsın o hafifçe buruşmuş kağıdı.. bir daha okursun, sonra bir daha.. birden kağıdın üzerinde sakince duran mürekkep dağılmaya başlar.. bir iki derken.. kelimeler karışmaya başlar.. elinle müdahale edersin gözünden akan o sıvıya, kağıdı okunabilir kılmak için.. sonra mı.. çekmeceye tekrardan yollarsın hafiften nemlenmiş mektup bozmasını..

Emilie’nin başına gelen gibi.. belki de bir mucize olur? Biri o küçük güzel yalanı tüm olanları düzeltmek için tekrardan çıkarır gizli köşesinden.. orada bir yerde pinokyonun burnu yeniden uzar..

dipnot*: Audrey Tautou’nun bir filmde yer alması = en sevdiğimden bir Fransız filmiyle karşı karşıya kalmam..

dipnot**: Fransızca şarkılar^^

dipnot***: Sinem'e çok teşekkürler yine yeniden.. beautiful lies en güzel yılbaşı hediyesi olmalı^^ üstelik diğerlerini saymıyorum bile..

E.

2.1.13

Ne desem.. yine W. Allen^^


Sadece senin için.. everyone says I love you

Yılın ilk gününe Allen’ın hayal dünyasıyla merhaba demek en güzeliymiş.. keşke dünya onun dünyası kadar güzel olsa..


                                                                                                          'Everyone Says I Love You'

Paris’te edebiyatla ilgili ne görürlerse görsünler çabucak Tanrısallaştırıyorlar.. diyor Woody Allen. Ben bakıyorum da bi etrafımdaki insanlara.. o kadar çok şeyi Tanrısallaştırıyorlar ki aklım hayalim duruyor. Hayatlarına hayatlarını bağladıkları, olmazsa olamayacaklarını, asla yanılmayacaklarını, asla yalan söylemeyeceklerini, asla yok olmayacaklarını düşündükleri o kadar çok insan var ki.. bunlara -tanrısallaştırdıklarımız- diyemez miyiz? Bence bu kelime buraya cuk oturdu.. 

Bütün hayatı boyunca onun için bekleyeceklerini söyleyenler, onun için öleceklerini söyleyenler, olmazsa olmazları hayatının merkezine koyanlar.. o kadar çoklar ki..şaka gibi... siz onların etrafında değil onlar sizin etrafınızda olsun, bi kendinize gelin Tanrı aşkına! -bu uyarı zaman zaman bana da gelir bu arada çaktırmayın.. kızım sana söylüyorum gelinim sen anla^^)

Kendinizi mutlu edin sadece.. onla bunla şunla değil.. kendinizle.. çok geç olmadan..

Bunun için ne gerekiyorsa.. mesela.. “aşka adios de! Ve bir daha çağırma” belki başlangıç için iyi olur..

O değil de sonbahar bu sene çok güzeldi.. ama ilkbaharı geçebildi mi, hangisini daha çok sevdim.. işte o tartışılır..

 “Nasıl olduğunu düşünmek neden beni etkiliyor?
Bana ihtiyacın yok..
Sana sahip olmalıyım, ya da hiç kimseye
Kimse beni senin gibi güldüremiyor”

dipnot*: W. Allen filmlerinin hepsini izledim gibi gibi.. ve artık diyebiliyorum ki beni güldüren insanların başında bu tatlı adam geliyor^^

dipnot**: o kadar çok ünlü var ki.. Julia Roberts, Drew Barrymore, Edward Norton, Natalie Portman.. seviyorum böyle bol isimli, bol şenlikli, aile filmlerini:) sonunda herkes mutlu.. ve tabii ki herkes seni seviyorum diyor.. belki de tüm sır bu iki kelimededir.. kim bilir..

dipnot***: yazdıklarımı bi okudum da yeni yıl dileği gibi yazı olmuş ya:)

filmin adını gördükçe aklıma gelen melodi.. Stevie Wonder'dan gelsin.. tıktık^^

E.


1.1.13

Yeni Yaş..


Yılın bu zamanları bi tatlı telaş vardır ya.. plan yapsan da yapmasan da yeni yıl ruhu dedikleri şey gerçek ola ki.. bi de buna yeni yaşa girmenin mutluluğu- ya da yaşlanmanın verdiği tedirginlik eklenince.. herhalde yılın en sevdiğim günüdür şu 31aralık 00.00..

Geçen yıl film izleyerek karşılamıştım yılı.. noelle süslenen çocukluğumdan beri, izlemesi mutlu olmama sebep filmlerden bi kolaj yapmıştım. Bu yıl farklıydı.. gerçekten bu yıla yaraşır bir karşılama yaşadım sanırım.. 2012 hayatımda dönüm noktası dediğim anların yılıydı.. son günü de öyle oldu.. güzel bi son yaşadım şimdilik^^ya da güzel bir başlangıç mı demeli..

O zaman yılın ilk günü ne izlemeli şimdi.. hazırladım kahvemi başlatıyorum filmi! Kendi kendime verdiğim doğumgünü hediyesi:)

Everyone says I love you 


Yıla Woody Allen'la başlamak işte bu!!

E.