30.3.13

Her büyünün bir bedeli vardır..

Her hikayenin unutulmayacak bir ayrıntısı..

Rüyaların başka bir yaşama dair anılar olduğu söylenir.. sana ait ama zamanı farklı..

Dün gece bir rüya gördüm. Ben sık sık rüya görürüm zaten. Ama bu sefer.. ilk defa rüyamda bana biri bi yol gösterdi.. bana tavsiye verdi.. o laflar o kadar etkileyiciydi ki sabaha karşı komidinin üstünde duran defterime karaladım yarı uyur uyanık halimle.. o kadar gerçekti ki kaybetmek istemedim.. tekrardan uykuya dalıp unutmak istemedim..

“bir nehrin iki yanı vardır.. aşması bazen zor bazen ise kolay.. karşıya geçebilmek için bindiğin o tekneden bazen birinin inmesi gerekir.. ve ya başka bir şey yapması.. senin yapamayacağın..  o yapmazsa senin hiçbir şey yapamayacağın.. eğer durum böyleyse boşver.. sapına değil köküne vur baltayı.. bazen sapından kesmektense köküne vurmak iyidir.. bazen boşvermek iyidir!”

Tüm gün bunları düşündüm.. rüyamda bunu kim söyledi hatırlamıyorum.. sadece ses var ama sesin sahibini de tanımıyorum.. sabahtan beri odamdayım.. bunu düşünürken açtım bi de üstüne üstlük once upon a time izliyorum.. büyüler rüyalar gerçekler derken.. neyin gerçek olduğunu nasıl anlayacağım ki ben?

Ya gerçekten rüyalar başka bir yaşama dair anılarsa.. ya rüyamdaki o ses bana gerçekte yapmam gerekeni söylüyorsa.. bazılarının dediği gibi bilinç altının ötesinde bir şeyden bahsediyorsak.. inanmalı mıyım o yabancının sesine?

Belki de Kassel benim Storybrooke’mdur.. kendimi bulmamı sağlar.. az biraz kendimi düşünmeyi öğretir..

Ne yapayım şimdi? Bi masal kitabına mı inanayım.. yoksa daha gerçekçi bi masala başlangıç mı yapayım?


                                                                                                    'Once Upon a Time'


Ne yapayım şimdi.. bedeli ne olursa olsun büyüye razıyım mı ben?

Peki benim hikayemin unutulmayacak ayrıntısı ne?
Dilemma*

E.

17.3.13

İçkiye benzer bir şey var bu havalarda..


O halde ayrılık vakti demeli mi artık?

“Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin?” diye sorar ya Atilla İlhan.. bu aralar ben de kendi kendime ne çok sorar oldum.. zaten bu aralar ne çok kendi kendimle konuşur oldum şaşılası.. 

ağlarsın.. ağlıyorsun.. ama kimse bilmiyor, sen bile.. ne olduğunu anlamıyorsun hem ağlıyorsun hem gidiyorsun bir de üstüne gülüyorsun… açıkça söylemek gerekirse karmaşık bir hikaye benimkisi..

Konuşamıyorum.. zaman yaklaştıkça heyecandan olsa ki ellerim bile buz gibi.. soğuk tenle yazıyorum İstanbul’daki son satırlarımı..
Niye içim bu kadar buruk? Niye üzülüyorum? Bırakmak neden bu kadar zor? Ben neden bu kadar melankolik bir insanım? .. babam pasta yapmayı nereden öğrendi..

Mutluluk yok mu.. heyecan.. içi içine sığmama halleri.. olmaz mı hiç.. var hem de fazlasıyla.. ama işte.. ‘ama’ diye başlayan ne çok cümle kurdum şu son günlerde!

Tam bi dengesiz ruh hali içindeyim.. güneşli havaya inat yağan sağanak gibiyim.. şu son zamanlarda..
ama yine de gökkuşağın bittiği yerdeki bir küp altının peşinden gidiyorum ben.. bam güm höt zöt diye diye.. kah sinirden köpürerek kah mutluluktan çığlık atarak.. bi umudun, taa çocukluktan kalma bi hayalin peşinden..

O değil de.. gidene güle güle demek kolay da.. gitmeyi beklemek pek bi zormuş..

Bu müzik neden beni hep ağlatıyor mesela.. Mabel “neden tenim adını üşüyor” diye sorarken.. ben neden yine ve yine böyle oluyorum.

.. o zaman sende dursun akrep ve yelkovan.. ben şu zamansızlıkta bi gidip geleyim..


 'Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen
 Tanımadığın bir ülke gibi
 İçinde yaşamadığın bir zaman gibi
 Tam kendisi gibi mutluluğun
 Beni bekliyorsun
 Ve onu bekliyorsun beni beklerken.'
                                                                                   

E.

16.3.13

Hangisi önce geldi.. müzik mi?

Yoksa.. takvimlerin arasına sıkışmış zaman mı?

Hadi biraz nostalji yapalım.. biz 90lar çocuklarıyız.. 80lerin o hippi havasından çıkmış yarı rock’n roll..

Plakların yanında yeşeren kasetlerin çocuklarıyız.. B yüzü şarkılarını her zaman A yüzü şarkılarına değiştiğim dönemlerden bahsediyorum.. şarkı sözlerini ezberleyebilmek için kaseti ileri geri sara sara canını çıkarttığım zamanlar.. bir de derleme kaset yapma olayı vardı o zamanlar tabi böyle internetten istediğini dinleme falan nerdee.. ama itiraf etmeliyim ki ben hiç derleme kaset doldurtmadım.. ya sevdiğim kasetleri aldım baştan sona defalarca dinledim ya da radyo başında bekledim ^^ anlaşılan kolaya kaçmamışım hiç..

Şimdi dönüp bakıyorum da ben taa o zamanlar da bulunduğu yılın müziklerinden çok geçmiş zamanların müzikleriyle ilgileniyormuşum.. hep bi doyumsuzluk hep bi olduğu zamandan memnun olamama halleri..

mesela MJ’nin hala en çok dinlediğim albümü Thriller.. en sevdiğim şarkısı Beat It.. yıl 1982.. sanki tüm çocukluğum tüm gençliğim bu şarkıyla geçti gibi..

sadece müzik mi? yoo..
mesela en sevdiğim filmlerden biridir Back to Future.. off ne çok izlerdik kuzenimle.. tüm aile fertleri Emmett Brown’dan nefret ederken biz Marty’i ne çok kıskanırdık.. yıl 1985.. onların geleceğe dönüşleri aslında benim şimdiki zamanımdı ama ben nedense hiç öyle bakmadım.. sanırım benim 90larım yarı 80ler aslında.. yarı geçmiş yarı bugünü yaşadığım her günüm gibi..

Antika mı dersin nostalji mi yoksa şimdilerdeki popüler adıyla vintage mı? .. fark etmez aslında.. ben bunların hiç birini diyemiyorum.. müziklerin filmlerin yapım/çekim yılları yok benim için.. benim için dinlediğim yıl var.. izlediğim yıl var.. o zamanlardaki ben var.. yanımda olanlar, yaşadıklarım.. gözümü kapattığımda beliren kareler var.. zamansız olarak nitelendirdiğim aslında zamanın kendisi var..


                                                                                                                              'High Fidelity'

Bir de geçenlerde yarım bıraktığım bi filmi bugün bitirmem var.. aslında tüm bunları söylememe sebep kendi kendine konuşan bi John Cusack var.. High Fidelity’den bahsediyorum (harika çevirisi(!): Sensiz Olmaz).. kafası karışmış bir adam var.. bir de bir dükkan dolusu müzik..

dipnot*: film 2000 yapımıymış.. benim için 90lar.. sanırım zamanlama konusunda bi 10yıl geriden gidiyorum..

dipnot**: o kadar çok müzik var ki.. seçmek çok zor ama.. film bitince akılda kalan ilk müziktir senin için esas olan.. benim esasımsa bu: tıktık^^

E.

10.3.13

… bahanesidir şiirin

Bir şiir uğruna yol almış hayaller var, rota bulmuş hayatlar var.. hayat amacı, hedef aracı olarak görenler var. Aslında bir sürü bahanemiz var,  birkaç dize yazabilmek uğruna..

Hepimiz hayatımızın bi kıyısında şiirimsi nidalarla seslenmişizdir bir yerlere.. bir yerlere işlemişizdir kurşun kalemle o cüce halinden yücelttiğimiz dev hisleri.. Söyleyemediklerimiz yazıyla can bulur.. işte tam da bunu keşfedenler bir çeşit şairdir benim gözümde.

Bi Orhan Veli var mesela benim için.. bi Cemal Süreya, bi Edip Cansever var.. bazen Atilla İlhan var başucumdan hafif hafif mırıldayan.. benim kendimce kahramanlarım onlar.. dile getiremediklerimi şak diye ortaya döken onlar.. benden daha güzel beni anlatanlar.. tek bir cümleyle bile beni olduğum yerde bırakıp, düşünceler deryasına dalmama neden olanlar..

O kahramanların yarattıklarıyla büyüyorum ben..


                                                                                                                           'Kelebeğin Rüyası'

Yılmaz Erdoğan sayesinde öğrendim Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’yu.. bi şiir uğruna bi hayal uğruna intihardan farksız iki ölümü.. bi uykusu çok tatlı olan kelebeğin öyküsünü dinledik.. meğerse o kelebeğin rüyası'ymış her şey.. 

Neymiş.. aşk bahanesiymiş şiirin..


özlüsöz*: “güzel olan yaşadığımızdır, bir gün öleceğimiz değil..”

laf açılmışken.. Orhan Veli'ye bi selam olsun!

“Bekliyorum..
 Öyle bir havada gel ki
 Vazgeçmek mümkün olmasın” 
  
E.


3.3.13

Aşk.. kendi kendinle konuşmak mıdır?


“hayatın neresinden dönülse kârdır” dedi ve..

Bi ses yükselir karanlıktan.. ‘beklenen gelmeez!!’ diye.. ardından ekler.. ‘gelse bile gideer!!..’ .. hep gider, herkes gider.. peki gerçek böyleyse ben kime neden inanayım? Neden güveneyim.. neden bekleyim.. diye sormak en doğal hakkım değil de ne..

Bi viski mi içmeli, ya da şarap.. ve ya bi tek rakı mı?

Hep gelenlerle gidenleri yaşarız.. gelenlerle gidenlerin arasında oluşan akıntının getirdikleriyle yetiniyoruz biz farkında olmadan.. gidene el sallıyoruz, bi kaç damla göz yaşıyla.. ya da geleni sarıyoruz sarmalıyoruz büyük bi coşkuyla.. ya bekliyoruz ya özlüyoruz.. ya demediklerimiz, yapmadıklarımız için keşke’lerin diline düşüyoruz ya da yanlış yaptıklarımızın pişmanlığı altında eziliyoruz..

Aşk denilen şeyde iki kişiden.. üç kişiden.. an gelir dört kişiden bahsediyoruz.. Ama esas olan tekil şahıstan bahsetmekten kaçıyoruz köşe bucak.

Biliyoruz ama çok iyi biliyoruz ki.. esas aşk hep kendi kendimizle konuştuğumuzdur.. “seninle hiç konuşamadık” deriz.. kendi kendimize o kadar konuşuruz ki.. o kadar tartışır o kadar kavga eder o kadar karara varırız ki esas insanla konuşmaya gerek duymayız. Enteresan ama öyle.. çalmayan telefonlar.. gelmeyen mesajlar.. ona buna kendine kızmalar.. biz bi ilişkiyi farkında olmadan ayna karşısında, rakı masasında yaşarız.. en büyük kavgalarımızın en zarar göreni dikişi patlamış yastıklar değil de nedir?

Yalanlardan dem vurmalar.. yalanların arkasına saklanıp masum rolü yapmalar.. insanoğlu hep böyle mi gerçekten?

“hayat, kendi kendine söylediğin yalanlarla oyalanma sanatıdır” dedi ve..
İntihar etmek kaçış mıdır? beklemekten kaçmak.. yalnız kalmaktan korkmak.. yeni bir yol buldum umuduyla daldığın sokağın çıkmaz çıkması mıdır? bilmem.. belki de kendi kendine söylediğin yalanlar ihanet etmiştir sana.. kim bilir..


dipnot*: 1saatlik kendinle yüzleşme oyunu gibi.. Kürşat Alnıaçık’ın tek başına sahnede devleşmesi gibi.. Küçük Sahne’deki  o güzel dekor gibi.. Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk..^^

dipnot**: oyun boyunca bi kaç kadının adı geçiyor.. sık sık adamın sövdüğü, sevdiği kadınların adı değişiyor.. aa bu da nereden çıktı demeden edemiyorsun..-o kadar seri-..
ama bi esas kadın var ki.. adı ‘Elif’ olmasın mı..
peki adamın her serzenişinde benim her şeyi üzerime alınmam.. bu dünyada benden başka bir sürü Elif’in olduğunu biri bana anlatsın..^^

özlüsöz*: "hiçbir şey söylemedi diye, bağırıp çağırmadı demek mi bu?"

E.