26.12.13

denge* 23:11'

“Sizin alınız al inandım/ Morunuz mor inandım
 Ben tam kendime göre/ Ben tam dünyaya göre
                                      Ama sizin adınız ne?”

Evet ya.. neydi adınız? unuttum ben. balık gibiyim işte. kah duyuyorum kah unutuyorum. Neydi adın? resmiyetten sıkıldım, sizli bizli şeyler bana göre değil. Hadi konuşsana! adın ne? unuttum. olamaz mı.. adın ne? zor bir şey sormadım ki.. ya da sordum mu? Nedense bu aralar hiç kendime inanmıyorum. Sahi kim bana inanıyor ki.. neyse dağıtmayalım konuyu. Sana diyorum hey!! Adın?

Söylemeyecek misin? peki sen bilirsin. ne yani yalvaracağımı mı düşündün. şaka yapıyorsun, o kadar mı tanımadın beni. ben leb demeden leblebiyi anlarım be, ne sandın. Peki.. susuyorsun hala. Pekii..
Yine çıt çıkmaz senden ama.. onun adı ne? yine mi.. peki.

O zaman ben konuşayım sen dinle. He? Yahu kafa salla bari.. başlıyorum. bak sonra.. tamam.

Basit bir gündü. sabah kalktım. elimi yüzümü yıkadım. içimden kahvaltı yapmak gelmedi. zaten nedense çaydan soğudum bu aralar. az sütlü kahvemi içtim. sonra baktım böyle olmadı, tezgaha şöyle bir göz gezdirdim. baktım bir tabak kurabiye. geçen haftadan kalma tarçınlı kurabiyeyi bi hamlede ağzıma attım. Beton!! böyle başladı işte.. dişimi kırdım. sonra dişimi çektiler. acımadı. morfin midir nedir o şeyden verdiler işte.. uyuştum. üç saat sonra bi sızı hissettim. aynaya koştum hemen.. korktum diyemem ama ürperdim.  iki dişim arasındaki boşluk. Boşluk! boşluk sızlar mı hiç dedim. sızlarmış.. böylesi daha başıma gelmez derken. üç saat sonra su içme gafletinde bulundum. su evet. Masumane.. bir bardak su. öyle soğuk da değil. oda sıcaklığında beklemiş.. aman Tanrım!! Yine o boşluk.. içim çekildi. o ne demek ben de bilmiyorum ama durumu anladın herhalde.. tüyleri diken diken olmak gibi.

Sonra mı? tüm gün ne bir şey yedim ne bir şey içtim. sonraki günlerde.. aklımda hep o boşluk.

En çok boşluktan korktum ben. sonsuzluktan nedensizlikten kararsızlıktan.. evet devamı gelir. uzatmıyorum. korktum işte her insan gibi. o yüzden de ağzıma lokma koymadım o günden beri.

Ama çok acıktım. Biri bana korkma dese.. korkmam belki. belki ama..
Sen der misin? Biliyorum konuşmuyorsun ama kafa sallasan da olur. ya da konuşsan ya.. hadi gel bol salçalı makarna yiyelim desen misal. neyse saçmaladım. kendi kendine konuşan bir deli saçmalamaktan başka ne yapar ki?

Öyle işte.. sorayım dedim.çok mu konuştum yine. 
Kafa da mı sallamıyorsun. çok güzel. tamam artık dönebilirsin. sağa değil sola çevir kafanı.

Pekii..neydi şu söz.. hani mecnun diyordu ya.. ya izleyip izleyip ağladığım sahne hani.. o da ağlıyordu ya. sonra yavuz şiir okuyordu. Turgut Uyar. söylemiştim sana. biliyorsun. ya neydi.. heh!!

“üçümüz birden sevilemez miyiz?”

...
Tamam. sustum ben. nefesini tutmayı bırakabilirsin artık. 
Vazgeçtim.


E.

18.12.13

oradan şuradan buradan.. mim'

Merhaba!!
Şimdi öncelikle bu  yazımı ikiye bölüyorum ilki tabii ki filmler hakkında olacak:) diğer kalan kısmında ise Mia ve Helloradio tarafından mimlendiğim gerçeğiyle nasıl yüzleştiğime yer vereceğim. Ben önce bildiğim konudan başlayayım o halde..

Woody Allen’a olan hayranlığımı biliyorsunuzdur artık, bu konu hakkında kaç kez konuştum ben bile hatırlamıyorum. İşte o kadar çok severim ki ben bu adamı; kitaplarını ayrı filmlerini ayrı.. oyunculuğunu ise apayrı severim. Uzun zamandır ondan bahsetmediğimi fark ettim dün. Dedim ki kendi kendime olmuyor böyle elif! Hadi patlat bi Allen yazısı. Ve karşınızdayım..

İki filmden bahsedeceğim.. ‘Whatever Works’ ve ‘Hannah and Her Sisters’. İkisi için de diyebilirim ki tipik bir Allen filmi. Ama gelin görün ki ben oyumu ikincisinden yana kullanıyorum.. çünkü Mickey olarak gördüğüm bir adet gözlüklü huysuz var. Genelde spoi vermekten hoşlanmıyorum. Olur da izlemeyen denk gelir, sonra küfür yemeyeyim yazının orta yerinde diye.. o nedenle bu filmler hakkında konusuna dair bir söylemde bulunmayacağım. Ama şöyle ki; ilk filmdeki Boris’i Woody Allen oynayacaktı, hep ondan tam puan alamadı benden. Bir de.. biz bu film isimleri çevirilerini ne yapacağız Tanrı Aşkına!! ‘Whatever Work’ nasıl ‘Kim Kiminle Nerede?’ oldu, hala anlayamadım.

“..nobody, not even the rain, has such small hands”  E.E.Cummings
‘Hannah and Her Sisters’da geçen bir söz bu, Cummings’e ait. Size de bir yerden tanıdık geldi mi? Şöyle söyleyeyim.. “hiç kimsenin yağmurun bile böyle küçük elleri yoktu”. Yeni türkü!! Aaa.. bu şarkının sözlerinin Cummings’e ait olduğunu bilmiyordum, çok şaşırdım.

Neyse işte.. uzun lafın kısası Woody Allen iyidir.

                                                                                                          'Hannah and Her Sisters'


Şimdii gelelim şu sorulara.. önceden söyleyeyim, benim hiçbir zaman olmazsa olmaz tek bir şeyim yoktur. Hep bir çok şeyi sevdim ben, yani bu cevaplar şuan aklıma gelen ilk şeylerdir. Yanılsamalardan kaçının.

1.en sevdiğin renk?
gri.

2.en sevdiğin çiçek?
yasemin.

3.en sevdiğin yemek/sebze/içecek?
makarna/domates (ayrıca ikisi birlikte ayrı bi güzel olur!) içecek olarak ise asla vazgeçemediğim şey kahve.  Ama onu kategorize edemiyorum türk kahvesi mi filtre mi diye sormayın.

4.en sevdiğin yerli/yabancı şarkı?
Historia de un amor   ..çok fazla versiyonu var tabii.. ama ben şu sıralar Zaz yorumuna taktım.
Değirmenler-Bülent Ortaçgil   ..Don Kişot’un değirmenlere açtığı savaş yüzünden sanırım.

5.en sevdiğin komedyen?
hımm.. bilemedim. Şener Şen sanırım, aklıma ilk gelen isim.

6.en sevdiğin kız/erkek ismi?
çok fazla var. ben sanırım isimleri yaşanmışlıklarıyla severim. o yüzden sınırlama yapmak istemedim şimdi. Oldu mu böyle?

7.en sevdiğin kitap?
Bizim Büyük Çaresizliğimiz-Barış Bıçakçı (en çok okuduğun kitap olsaydı ‘Ölü Ozanlar Derneği’ derdim aa yok bi de ‘Aylak Adam’ var. neyse uzatmayayım. şiir yok mu? biri şiir mi dedi? yok yok o topa girmeyeyim sabaha kadar otururum yoksa)

8.en sevdiğin yerli/yabancı oyuncu?
Haluk Bilginer / Sean Penn ( ayrıca demeyeceğim yoksa.. ama dur! Kevin Spacey de diyeyim içimde kalmasın.)

9.en sevdiğin yerli/yabancı film?
işteee korkulu rüyam! Yapmayın bunu.. seçemem ki.
Hababam Sınıfı (çocukluğumdan beri asla bıkmadım) Kaybedenler Kulubü(yorum yok) Çilekli Pasta (bu da ne şimdi nereden çıktı demeyin. Bu film Çağan Irmak imzalı bir televiyon filmi aslında. neden niçin bu kadar severim bilmem ama bazen gece yarısından sonra atv de yayınlanır ve her denk geldiğimde tekrardan izlerim. ayrıca o çilekli pastaya da ayrı hayranım.)
Amelie (her canım sıkkın olduğunda açarım. ayrıca fransız filmlerine bayılırım.) Back to the Future (çocukluğum bununla geçti desem yalan değil) Breakfast at Tiffany's (Audrey Hepburn desem yeterli mi?)

10. en sevdiğin yerli/yabancı dizi?
ikinci bahar / leyla ile mecnun
full house / friends

11.en sevdiğin yerli yabancı şehir?
İstanbul
Prag mı Venedik mi hala çok kararsızım..

12.en sevdiğin gazete/gazeteci?
Radikal. gazeteci yok ama belki yazılan yazılar vardır.

13.en sevdiğin mevsim/gün/ay
Mevsim sonbahar. Ay kasım. Gün ise her ayın cumartesisi.

14.en sevdiğin kıyafet/ kıyafet tamamlayıcısı/ takı?
yaz aylarında kafamdan eksik etmediğim güneş gözlüğüm (evet yanlış duymadınız kafamdan. ben öyle kullanıyorum.) bi de yaz-kış fark etmez ince/kalın bir adet hırkam vardır mutlaka.

15.en sevdiğin makyaj malzemesi/ bakım ürünü?
siyah eyeliner. bakım ürünü olarak ise.. şuan bitmek üzere olan ve artık satılmadiğı gerçeğiyle yüzleştiğim: bodyshop’un papaya özlü vücut kremi.

16.en sevdiğin çizgi karakter?
sevimli hayalet casper:) 

17.en sevdiğin anı?
hımm.. sanırım çocukluğumun tüm yaz aylarını çok sevdim. dedemin yanında kuzenlerimle birlikte.. sevilmez mi!  tüm yaz aylarımı balkondan bozma o yüksekliğin üzerini olduğu gibi saran kayısı ağacının altında geçirirdim.(ben o zamanlar onun şeftali olduğunu iddia etsem de kayısı ağacıydı o evet.) abartmıyorum. annem zorla kazıyarak içeri alırdı beni. 

18.en sevdiğin özelliğin?
öhöm.. övünmek gibi olmasın. sabır denilen şey bende fazlasıyla var.

19.en sevdiğin his?
gözümü kapatıp dalga sesini dinlediğim an, bir de yosun kokusu olacak tabi.

20.en sevdiğin canlı?
insan. istisnalar kaideyi bozmuyordu dimi?


ve bitti. ben de bittim. 

E.

14.12.13

Uykusuz.

'Yılın dokuz ayı yağmur yağar orada..'*
Burada ise 3 ay anca dolu dolusuna yağmur yağar.

Hep ağlak havalara sahip bir ülkede yaşamak istedim. Bu yılın 5ayını Almanya’da geçirmek; sadece bunun için bile ayrı güzeldi:) gitmeden önce herkes ‘sen bi git göreceksin dünya kaç bucak.. hep yağmur hep soğuk.. bakalım bir daha seviyor musun!!’ diye diye susmadılar. not: hala seviyorum! ve hala planlarımda; yılın büyük kısmını yağmurla geçiren ülkelerin birinde yaşamak var.

...
Deli gibi yağmur yağıyordu. Sabah gök gürültüsüyle uyanmıştım. Öyle bir yağmur olmadı daha hiç.. balkon kapısını gece çok havasız kalınca biraz aralamıştım. Aralamaz olaydım.. içerisi su dolmuş. Hay aksi! Hemen yataktan fırlayıp kapıyı kapattım, sonra da yerleri bir güzel sildim. Ee hazır elim değmişken dedim odayı da temizleyeyim. Başladım mı dip bucak temizliğe.. bu arada saat sabah 6! Olağan halimin aksine o gece erkenden uyumuştum, neden hatırlamıyorum. Ondandı herhalde erkenden dikilmiştim ayağa işte.  Öylece temizliği yaptım, yapar yapmaz da mutfağa gidip çay için su koydum ısıtıcıya. Demleme çaya hasret olduğum yüzyirmiüçüncü gün. Dolaptan aldığım poşet çayı fincana koydum. Yağmur daha da hızlandı; mutfak camı bildiğin dayak yiyordu. tıktıktıktıktıktık.. buzdolabını açtım; en sefil raf benim rafımdı. Hayır öğrenciyim evet de.. yazık lan bana! 2 yumurta çıkardım. Başka da bir şey yoktu zaten. Çırptım çırptım çırptım.. en sevdiğim şeydir omlet yapmak söylemiş miydim? Ahh peynirim de olsaydı.. yahu bırak peyniri baharatım yok. Tuzum yok ya, tuz!! Neyse alıştım zaten tatsızlığa tuzsuzluğa.. karnımı doyursam bi. Midem bi garip. dün gece o son.. off tekilaya sınır getirilmeli. Yakmadan omleti tabağa aldım, tabağı da sol elime; sağ elime de fincanı aldım; sağ ayağımla mutfak kapısını kapatıp; burnumla ışığı söndürdüm. Saat 7 oldu mu? Ohoo 20sini bile geçiyor..
Tabakla fincanı ders çalışmaktan başka her işe yarayan kahverengiden bozma masama büyük bir açlıkla koydum. Ve koymamla laptopu açmam bir oldu tabii. Bir şey izleyemeden yiyeyem ben, istersem deli gibi aç olayım; yiyemem. İnternete bağlanmamla milyon tane sekmenin de açılması bir oldu tabii. Dün geceden bir önceki günden bir sürü sekme.. önce birinci sekmeye baktım; sonra ikinci sekmeyi yeniledim; çay soğumadan üçüncüye gelmiştim ki.. telefon alarmım çaldı. saat 8. Bulana kadar sustu. Sonra kapı çaldı, kurye gelmiş. Benim için olsa iyi hiç odasında durmayan kat arkadaşım için. Berbat almancamla derdimi çat pat anlatıp kapıyı kapattım. Sonra alarm tekrardan çalmaya başladı. Telefonu bulamadım. 12metrekare odada şu basbas çalan sesin kaynağını bulamadım ya! Bulamadım işte.. sonra vazgeçtim. Yoksa çayım soğuyacaktı. saat: 8den sonra 10dakika geçmişti.
...

Neyse işte.. size sıradan yağmurlu bir günümden ufak bir kesit sundum:) şu sıralar o gri günler yerini beyaza bıraktı. Yanii.. evet tabi o da güzel ama.. ben grisini özledim bile. O kadar işte.




Aslında tam bir yılbaşı filmi. ama benim gibi filmlerdeki noel havasını seviyorsanız alakasız zamanlarda da izleyebilirsiniz:) Aslında' film tam bir uykusuz filmi; uyumadıysanız açın izleyin hemen hadi!
ayrıca.. film adından da belli olduğu gibi Seattle'da geçiyor. O geniş bol yağmurlu girizgahım da tam da bu sebeple gerçekleşti. ayrıca'.. Meg Ryan ile Tom Hanks filmleri ayrı bir tatlı oluyor. kabul edelim şimdi.

*Soundtrack. bi bakın derim.
*Radyo programı severim.

E.

7.12.13

55/2

'konuşmazsan hep bir şeyler eksik kalıyormuş.. sanki sessiz olanlar hep mutsuz gibi!' yok öyle şey. inanmayın siz onlara. 
kusamadığım o biçimsiz çakıl taşı gırtlağımda takıldı ya hani.. işte ondan bağıramıyorum ben. 
başka nedeni yok. her şey o çakıl taşı yüzünden. ondan çıkmıyor sesim. 

hem ayrıca.. deniz kestanesi denilen şey sadece okyanuslarda olmaz mı? anlamadım gitti.. ne işi vardı marmara denizinde?


                                           "sevdiğin birini kaybetmenin ne demek olduğunu bilirim. yüzünde hep bir hüzün olur insanın. 
                                           gülerken bile gözlerinde saklar onu, mutlu olurken bile gizliden gizliye pişmanlık duyar. sen 
                                           hep gül. çünkü her masalın sonu güzel bitiyor.senin bir masal dünyan var. ve orada kara balıklar 
                                           değil, prensesler olmalı.
                                           hep mutlu olman dileğiyle..
                                                                                                                                             ...ya da işte her kimse."





3.12.13

Salı da neemiş?

Bu havaları pek severim. Üşümeye bayılan bir mazoşistim evet. Bu havada sarınıp sarmalanıp sokaklarda dolaşmayı da, battaniye büzüşüp kahvemle evde pineklemeyi de çok severim. Hepsinin yeri ayrı.

Bugün Salı! Bugün eve kapanma günüm. Dışarıyla olan tüm bağlantımı kesip, kendimi eve hapsettim. Hala koltukta battaniyeme sarınmış oturuyorum. Saatlerdir aynı yerdeyim, aynı şekilde.. film, dizi aktı gitti.. gözüm hafiften kızardı hatta, ekrana bakmaktan. Nereden başlasam bu uzun günümü anlatmaya..
O halde.. bugünün kazananıyla başlıyoruz!! #The Usual Suspect

Evet “aa sen bu filmi izlmedin mii? Ee yuhhh!” dediğinizi duydum. Çok haklısınız. Bi kaç tane daha var böyle ayıplayacağınızı bildiğim, izlemediğim filmler.. yavaş yavaş itiraf ederim size. Ama zamanla.. aniden yükleme yapmayayım şimdi.

The Usual Suspect benim lanetli filmlerimden. Evet evet lanetli!(ydi) bugün kadar. Bugün o laneti kırdım. Ne zaman izleyeyim desem vazgeçtim, ne zaman başlamaya kalksam fikrimi değiştirdim. Yok başka filmleri dizileri üstüne kuma getirdim, yok tamamen vazgeçtim kestim elektiriği. İşte öyle böyle izleyemedim.. (arkadaşım “ne zaman Godfather’a başlasam düğün sahnesini atlatamıyorum, bi atlatsam izleyebileceğim de”  dediğinde çok kızardım! Yahu Godfather ya!! Nasıl izlenmez!!.. Ama işte bugün anladım ki.. TheUsualSuspect için ben de aynı haksızlığı yapmışım. Utanmalıyım kendimden..)

Bugün hiç aklımda yoktu aslında bunu izlemek, sırada başka filmlerim dizilerim vardı oysa.. sonra çok fena gaza geldim. Uzaklarda olmasına rağmen ne izlemem gerektiği konusunda beni çok net etkileyen birinin lafıyla başladım izlemeye.. 'bugün izle o zaman' dedi. tamam dedim.

Ee nasıl mı buldum? Soru mu şimdi bu? ..izleyin!! izlemeyen varsa eğer hala.. lanet manet dinlemem. izleyin!!



Ayrıca.. Kevin Spacey. Sen ne harika adamsın ya, sen nasıl bir şeysin ya.. Der Herr ist König!!!

Film kesmedi tabii beni.. arkasından da.. #once upon a time’ın son bölümünü izleyiverdim. Masal dinler gibi bitti o da. Her ne kadar spoi vermek istesem de.. izleyenler vardır şimdi. Söylemiyorum bir şey sakin olun!

Ve tabii.. yine yetmedi! Dedim ki hadi ben bi bölümde #leyla&mecnun patlatayım. Sonra bi bölüm daha mı izlesem ki acaba? diye diye diye.. üç bölüm devirdim. Şimdi bi bölüme daha başlamayı gözüm yemiyor ama.. içimden de gelmiyor değil. Ee neemiş? Öyle bir bölüm izlerim kapatırım diyemiyormuşum. Resmen Mecnun karşısında basiretim bağlanıyor. 

Neyse.. şimdi sakince laptopu kapatıyorum. Derin bir nefes alıyorum. Vize öncesi ders çalışmam gerek, evet farkındayım ama.. içimden gelmiyor. Kabulleniyorum. Ve vicdanımı bir kenara bırakıyorum. 

Ben en iyisi Barış Bıçakçı’nın Veciz Sözleri’ni sonlandırayım.. incecik kitap koşuşturma arasında eksik kaldı zaten. Sonra da uyurum herhalde..

Sabah erken kalkar çalışırım hem ben. Gerçekten.. Aa inanmıyor musunuz?
Sizin ağzınızdan çıkanı kulağınız işitiyor mu he? Hem ben hiç öyle biri miyim? Çok ayıp. Ben bu oyunu bozarım arkadaş. 
…zzz
Neyse kafam hafiften de gitmişken hazır.. siz bunu dinleyin* ben de gittim. 
Hadi AUF WİEDERSEHEN!!

E.