4.3.14

Saat?

Zamanın unuttuğu bir geceden merhaba!
Neler hissettiğimi hatırladığım ama zamanını hatırlayamadığım o geceler gibi.. ne olduğunu anlatamadığım, sadece hatırlananla yetinilen o geceler..

Yok öyle değil aslında; sadece kendimi mutsuz olmaya zorladığım bir gece bu. Zorlama mutluluğa inat zorlama mutsuzluk yarattığım basit bir gece. Filmlerin arasında kaybolduğum; karakterlere aşık olduğum; onlar için üzüldüğüm-güldüğüm; gittiğim geldiğim basit bir gece işte. Edebi sözlerin yaftalamasına ihtiyaç duymadığım NORMAL bir gece.

Birkaç film var kafamda.. anlatmak istiyorum ama şu sıralar başlangıçlar konusunda pek iyi değilim. Öylece ortadan; dereden tepeden bir yazı ortaya çıkacak gibi.. şöyle başlayayım o zaman:
Ethan Hawke!

Yeterli mi? Şu sıralar bu adamın olmadığı bir film izlemiyorum; hatta o kadar fazla izlemişim ki.. geçen hafta boyunca onu sokakta; metroda; markette gördüğüme yüzde yüz eminim. Hal böyle olunca da yazmayı unuttuğum şu günlere bir Hawke molası verelim dedim. Belki yeniden sökerim şu abc’yi..

Sonkiüçdört.. başlıyorum!


*“O gece tüm hayallerim gerçek oldu. Ve her mutlu sonda olduğu gibi bana kalan tek şey sadece trajediydi” diyor filmde.. Hani şu Charles Dickens romanından uyarlama masalsı film var ya o işte. Ethan Hawke ‘size bu hikayeyi olduğu gibi değil hatırladığım gibi anlatacağım’ dedikten hemen sonra söyler bunu. Ve siz de bir masalın nasıl trajediye dönüştüğünü izlersiniz. ‘Great Expectations’ okudunuz mu bilmiyorum; ya da 98yapımı bu filmi izlediniz mi bilemeyeceğim. Ama ikisini de yapan biri olarak fısıldıyorum: “ne kadar aynı olsalar da ayrı olmalılar bence; her ikisi de ayrı ayrı güzel; farklı farklı güzel”

Bazı şeyler ya öyle olurlar ya da olmazlar! Ya da arada kalırlar: saçmasapan.

                                                                          'Great Expectations'


“mutsuzluğumuzun kışına ulaştınız”dı sanırım. Troy öyle açıyordu telefonu galiba.. yıl desen 1994. Film  buram buram 90lar kokuyor.. ekranda EthanHawke-WinonaRyder ikilisi. Nasıl anlatılır nereden başlanır bilinemeyen filmler vardır ya hani; çok etkiler ama neden olduğunu tek bir kelimeyle anlatamazsın. Aslında normal bir romantik-komedi; ama nedendir bilmiyorum çok fazla sevdim. Eşref saatine denk geldi herhalde..

(5 dakika sonra) hayır, kız çok fazla güzel; çocuk desen (yakışıklı desen o da değil; niye bu kadar takıldım acaba?) gereksiz/ rahatsız edici derecede akıllı. (tamam/pes ettim) sanırım ‘çekici’ daha iyi olur. Heh evet öyle.. Sohbetler desen, filmi izlerken koca bir liste çıktı hangisini yazsam; bilemiyorum.

Galiba şu: “Honey, the only thing you have to be by the age of  23 is yourself.”

(7 dakika sonra) Ethan Hawke’ın sesinin de güzel olduğu bir gerçek şimdi. Hatta bu sahnede çok güzeldir..tıktık   Ayrıca filmin müzikleri de çok iyi! U2’nun All I Want’ını dinleyelim mesela.. tıktık

(13 dakika sonra) ya nasıl sevilmez söylesenize! “ihtiyacımız olan tek şey birkaç sigara, bir fincan kahve ve biraz sohbet; sen, ben ve beş dolar” diyen şu adam nasıl sevilmez. Böyle konuşmaların olduğu; üstelik 90larda geçen film nasıl izlenmez.

(15 dakika sonra) İZLEYİN!!

                                                                                 'Reality Bites'


* Size daha önce kitapları, filmleri ve edebiyatı sevmeme neden olan şu üç kelimeden bahsettim mi ben? “ölü ozanlar derneği” gibi mesela..

Ta kendisi; artık başucu kitabı mı dersiniz, hayatının filmi mi hiç farketmez. Ben üç kelime diyorum, o her şeyi anlatıyor. İlk olarak şöyle başladı bu hikaye: ortaokuldayım henüz; türkçe öğretmenim de pek bi sever beni. Ben de bir merak, görmeyin. Bacak kadar boyumla serveti fünunları soruyorum hocama. Baktı adam olacak iş değil bana kitap listesi verdi, oku bunları sonra özet çıkar vs. İlk sırada ne olsun: ta kendisi. Hemen okudum tabii. Sonrasında diğerlerini de okudum, ödevi hazırladım falan filan gerisi hikaye işte.. önemli olan ise o üç kelimenin hayatıma girmesiydi.

Sonra bu kitabın bir de filminin olduğunu öğrenmemle; artık  okumaktan yıprattığım kitabı kenara koyup filmine sardım. İlk hayran olduğum aktör Robin Williams, ilk aşık olduğum karakter de Neil’dı.

(neden bunları anlatıyorum? Hani Ethan Hawke’dan bahsediyordu bu kız ne oldu şimdi?) soruları duyuyorum evet. Cevap şudur ki; utanarak söylüyorum.. bu filmin bu kadar manyağı olduğum halde Todd Anderson’u canlandıranın Ethan Hawke olduğunu çok yeni öğrendim.  Todd benim için sarışın, pısırık, ağlak bir çocuktu oysaki..

Bir daha izlemenin vakti geldi sanırım. İlk aşkım Neil’a ihanet etmem ama bu kez Todd Anderson’la dalga geçmem söz!

                                                                        'Dead Poets Society'



Böyle işte.. daha da anlatırdım; daha çok vardı film/hikaye. Ama bu gecelik bu kadar olsun. 
(Başlangıçlar konusunda iyi olamadığım gibi bitişlerde de fiyaskoyum şu sıralar; idare edin)

E.