28.12.14

İkibinonbeş'e bir kala..

Haftasonunun getirdikleri:
Biraz huzur, biraz soğuk, biraz da film. Yarın pazartesi ve ben henüz evden çıkmaya hazır değilim.

bu bir gerçek hikayedir...
Sonunu yine en güzelinden bir filme bağlayacağım düşünceler bunlar.. alıcılarınızın ayarlarıyla oynamanıza gerek yok. Bir doğum günü çocuğunun geçen yıla içini dökmesi deyip geçelim..

Bu yıldan ne istiyorum? Kendimi uzak tutmaya düşündükçe tutulduğum bazı saplantılar, bazı alışkanlıklar var. Ardıma bir an bile bakmadan tereddüt etmeden yürüyüp gitmek istediğim yollar; ne olduğunu nasıl olduğunu unuttuğum alışkanlıklarım; sözünü bestesini unuttuğum şarkılar olsun istiyorum.

Çift sayıları hiç sevmedim. Çift sayılarla biten yılları da.. 2014’e hiç girmek istememem bu yüzdendi. Girmeme gibi bir seçeneğim olsaydı emin olun kullanırdım. Neden bilmiyorum. Bazı şeylerin nedenini tanımlamak çok zor. Hiç yanıltmadı beni bu yıl.. mart-ağustos arasını hatırlamıyorum bile.. O arada tatile çıktım, bir mezuniyet balosu geçirdim, kep attım.. inanın hiç birini doğru düzgün hatırlamıyorum bile. Çok uzaklarda kalmış birer anı gibiler şimdi bana..

Şimdi bunları neden yazıyorum; kendisini sanal dünyada tanımlamaya çalışan insanlara-insana karşı kızgınlığım olsa bile neden ben şimdi burada bunları yazıyorum bilmiyorum. (zaten kimse okumayacak) İçimden geldi yazıyorum. İçimden nasıl geldiyse öyle yaşadığım gibi.
Bazı şarkılara küstüm biliyor musunuz? Bazı filmlere kızgınım misal.. bazı şairleri dinlemiyorum artık. en çok da ‘şarabı en iyi ben açarım’ diyenlerden uzak durmaya çalışıyorum. Malum onların özgüveni beni tüketiyor. Anladım.

İnsanlar hep terk eder. Bilerek veya bilmeyerek.

Bunları neden anlattığımı inanın hala bilmiyorum. Belki biraz durur burada. Sonra da silerim gider.
Ne güzel dimi? istediğim zaman silebileceğim şeyler de yaratabiliyorum bu dünyada. Sileceğim ve kimsenin umrunda dahi olmayacağı şeyler.

İyi ki..



Bu yılın son film önerisi: Chocolat olsun diyorum. Ne dersiniz? Soğuk kışa inat; sıkıcı bir yıla rağmen.. bir çikolatayla mutlu olanlar için. İyi yıllar olsun!

E.


21.12.14

Bir Pazar Klasiği: Yeni Yazı!

Yazıyorum yazıyoruum yaazdım!!

Son yazımın üstünden bir hafta geçmiş.. sözde hemen arkasından dizi önerilerini yazacaktım. Benim neyime yazı dizisi hazırlamak ki zaten. Ayda bir yazıyorum neredeyse. Nerde o eski hızlı günlerim..
Şuan bunu sizlere yazarken; Cnbc-e’yi açtım. Çünkü, sevdiğim bir diziyi veya filmi televizyonda bulursam kaçırmam. 17ınch ekranla nereye kadar.. büyük ekranda izlemek ayrı güzel. (Tabii ki dublaj olmayacak. Mesela, geçenlerde ‘Ocean's 11’ı gördüm bir televizyon kanalında. nasıl sevindiim nasıılıl anlatamam.. bir heves açtım izliyorum. daaannn! Dublaj! Görüntü George Clooney, ses Tamer Karadağlı! Hemen kapattım tabii. Sanırım film izlerken tahammül edemediğim tek şey dublaj.(bi işte Back to the Future dublajı özeldir benim için o kadar.)



Neysee.. dizi diyordum. Hatta izliyorum diyordum. Forever’dan bahsediyorum. Bitmesin diye azar azar izlediğim yeni  göz bebeğim. Özellikle Ioan Gruffudd’un o ingiliz aksanı yok mu!! New York ve cinayet ikilisini izlemeyi seviyorsanız, başlayın. Zaten dizi henüz ilk sezonunda sakin sakin izleyin:)

Ben var yaa.. eski CSI’cılardanım. Her tür CSI, FBI ne varsa izledim. Hatta çocukluk işte..  anneme sorarmışım burada da FBI var mıı? diye..  evet biraz psikopatça belki ama daha o yaşlardayken bile çizgi film üstüne çerez niyetine bunları izlerdim.

Misal, CSI New York benden sorulur! Ayrıca sıkı bir Cold Case hayranıydım!

İşte bu sıralar yine esti benim ajan iç güdülerim. Fringe’dan sonra beni sürükleyen pek bir dizi takip etmemiştim. Daha çok gençlik dizileri/sitcomlar vs. ile oyalamıştım kendimi. Bu durumu Fargo’yla değiştirdim. Bu da demektir ki size başka güzel bir dizi daha!!

Düşünsenize her bölümü bir film tadında olan bir diziden bahsediyorum. Fargo’yu sevmeyen ölsün.

Zamanımın kısıtlı olduğu şu zamanlarda dizi izlemeye başlayarak; tüm aylaklığımla gururlu bir şekilde kurulduğum koltuktan bildirdim. Herkese iyi seyirler!



*Yılbaşı yaklaşırken planlar, programlar, hediyeler, dersler, işler… olanca ihtişamıyla yerini almışken hazır dedim ki iyice karıştırayım işi ve başka bi uğraş daha bulayım kendime. Çünkü ben mazoşistim. Çünkü ben iki ayağımı bir pabuca sokmadan yürüyemem… dedim. Vee yeni bir başlangıç yaptım. Daha yapamadım gerçi ama haftaya bu saatlerde yapmış olacağım. Eğer bana 'senden senarist olmaz ' demezlerse… 
evet, doğru duydunuz:) kısa film senaryo kursuna başlıyorum bu hafta. Yeni yıl/yeni yaş hedeflerimle koşarak geliyorum 2015!

O nedenle ben bu aralar biraz fazla kelimelerle yoğun bir ilişki halinde olacağımı düşündüğümden uzun bir süre buralara uğramazsam beni takip listesinden kaldırmayın.
(böyle diyip diyip yarın yeni yazı yazarsam ne gülerim amaa..)

Yazmaya başlayınca da sonlandıramıyorum..

O zaman çalsın!


E. 

14.12.14

‘Ceketimi burada unutmuş olabilir miyim?’

diye sorarak yazmaya başlar kız...

Merhaba! Bu hafta bu kaçıncı başlangıcım acaba.. hatırlamıyorum. Masaüstümde ardı ardına açılmış tertemiz beyaz dosyalar var. Çok konuşmak istersin; ama yazıya dökmek zor gelir ya.. o durumu yaşıyorum şu sıralar. Nasıl tembelim nasıııl.. Aslında Summer gibi bir ses kaydı yapmak aklımdan geçmedi değil ama itiraf etmem gerekirse ona da üşendim.

Başımı kaşıyacak kadar vaktimin olmaması gerçeğinin yanında ben bir o kadar tembelim bu aralar. (insan yemek yemeye üşenir mi? üşeniyormuş.)

O halde lafı fazla uzatmıyorum ve kabaran dizi-film dosyama dönüyorum hemen..



#Predestination
‘Amaan Tanrım! Ethan Hawke mı o!!’ diye bir çığlık sonrası gecenin bir körü izlemeye başladım birkaç hafta önce bu filmi. Filmin kadrosunda Ethan’ın olması yeterli benim için malum. Zamanda yolculuk, zamansızlık.. karmaşık zaman kavramı diye özetlenebilecek türden bir konuya sahip film; ne yazık ki Ethan’a rağmen sevilmedi. (Filmin ilk yarısı hariç. Gerçekten gerilim, merak güzel işlenmiş.)

‘peki ya hayatını mahveden adamı ayağına getirseydim. eğer yanına kâr kalacağını garanti edebilseydim. onu öldürür müydün?’

#Shrink
Bir ‘Amaan Tanrım!’ daha.. son zamanlarda izlediğim en başarılı filmlerden desem.. kadrosunda Kevin Spacey ve Robin Williams var desem.. marihuana içen bir terapist hikayesi işleniyor desem.. ne dersiniz?
Kesinlikle izleyin!

‘mutluluk bir hissi anlatmak için kullanılan bir sözcüktür.’

#Away We Go
Şimdi ismini hatırlayamadığım (eğer bunu okuyorsan ses ver!:)) bir blog arkadaşım önermişti. Uzun zamandır izleyeceklerim listesinde duruyordu. Birkaç kez izlemeye kalkışsam da hep başkaları önüne geçti, kısmet olmadı. Sonunda izledim. Ama ne yazık ki.. özgürlük, seyahat, samimi diyaloglar vs. aslında sevebileceğim tüm şeyleri barındıran bu filmi neden sevemedim onu bilmiyorum işte. Yaşayacağın yere karar verme sürecini en tatlı seyahat planına dönüştüren bu tatlı çiftimize bir ‘eh işte’ geliyor benden. Üzgünüm.

#Tar (The Color of Time)
Şimdiii gelelim fasulyenin faydalarına.. Fonda daktilo sesinin olduğu bir film hayal edin. Bir şairin anlaşılması güç iç dünyasını çekimlerle anlatmaya çalışan yönetmenler düşünün bir de. Sonra bu şairin yerine James Franco’yu; onu karşısına da Mila Kunis’i koyun.
Gün doğumu/gün batımı çekimleri arasında; gittikçe soluklaşan bir rengin eşliğinde izliyoruz bu şairimizin hayatını. Kimilerine sıkıcı gelebileceğine inandığım fazlaca durağan bir film. Ama eğer siz de benim gibi Franco, şiir ve durağan film severseniz. Bir bakın derim. (şairimiz C.K. Williams)

‘nedenini bilmiyordu ama bağırmamak elde değildi.’

#Başka Dilde Aşk
Eveet geldik listemin favorisine. Hatta en sevdiğim türk filmleri arasında ilk beşte oynayan filmimize.
Aslında taa vizyona girdiği yıl. 2009du sanırım, daha dün gibi aklımda sinemada izlemiştim. Hatta burada da yazmıştım. Üstünden ne kadar da zaman geçmiş. Neler geçmiş üstünden..
Nasıl hayran kalmıştım filme. Mert Fırat’ın oyunculuğunu ilk orada farketmiştim hatta. Sonrasında da tiyatro oyunları, diziler, filmler derken hala takipteyim.. (Özellikle İlksen Başarır’la çalıştıysa o yapımda. Kötü olma ihtimali yok benim gözümde.)
Geçen gün dedim ki. Ya hadi ben bir kez daha izleyeyim bu filmi. İyi ki demişim be. iyi ki..

‘hiç konuşmadan anlaşabilir miyiz acaba?’



Niteliksiz bir anım* (Mia kulakların çınlasın!): Üç dört yıl önce Radikal gazetesinde staja başladığım günü dün gibi hatırlıyorum. Demişlerdi ki bana emin misin gazeteci olmak istediğinden. Tabii ki emin değildim. Hala değilim.. ‘ama ben sinemayla, sanatla ilgili bir şeyler yapacağım ve onun içinde mutlaka kelimeler olacak’ diye cevap veriyorum artık şimdi soranlara. Neyse.. o zamanlar daha küçüğüm tabi; bir de bir heyecan ki sorma. 2. Haftamdı sanırım; önüme bir telefon koydular. Sabah saat 9. Bir de liste tutuşturdular elime; bir sürü oyuncu ve yönetmenin telefon numarası var.

Sırayla arayıp; bir haberle ilgili görüş almam gerek. Listenin ilk başında Nejat İşler var. (arar mıyım hiç sabahın köründe ben onu). hemen atladım ikinci sıraya.. Saadet Işıl Aksoy. Tuşladım numarayı; ikinci çalmada açtı. Amerika’daymış bir de üstüne setteymiş. İçimden ‘ohh yurtdışı da yazdı şimdi’ diyerek kapadım telefonu. Sonra birkaç başarısız telefon görüşmesi daha..

Yılmadım devam ettim. Sıradaki ismimiz: Mert Fırat’tı. ‘Noluur açsııın!’ diye dualar ederek aradım. Çaldııı çaldııı çaldııı.. nasıl bir yüzsüzlükse benimkisi uzuun uzun çaldırdım adamın telefonunu. Tam umudumu kesmişken açtı. Sesi tabii ki uyku sersemi. Konuşmanın girizgahı vs. ve patlattım soruyu. (sabahın köründe beni biri uykumdan uyandırsa ve saçma bir soru sorsa kesin telefonu yüzüne kapatırdım.)

Mert Fırat tabii ki öyle yapmadı. ‘Ben biraz önce uyandım da hatta telefonla’ deyip güldükten sonra ‘sizi ben bir saat sonra ararım; radikaldi dimi?’ dedi. (hadi canıım seni de ne güzel ekmiş. arar mı hiç demeyin. ben de öyle demiştim.)

Amaaa.. Tam bir saat sonra uzun bir Mert Fırat telefon görüşmesi yaptım!! Evet yaa.  Gerçekten de aradı:)

Sanırım; gazeteciliğin çok güzel bir şey olduğunu o gün,  Mert Fırat’ı uykusundan uyandırarak yaptığım görüşmeden sonra anladım.
(Yani arkadaşlar, işin asıl önemli noktası şu: iş için bile olsa Mert Fırat o gün, güne benim sesimle başladı:) )

The End.

*dizi önerilerim gelecek yazıda.. (ooff arkası yarınlı fotoromanlar gibi oldu.)


E.