24.9.15

Eylül bitmese?

Gece saati zihin hep açıktır.
Ve insan hep bu saatlerde içindekileri kağıda dökmeye karar verir.

Tekli sayıdan çifte döndüğümüz bir Perşembe sabaha karşısı.. Kulağımda aylardır ilmik ilmik işlediğim spotify listem.. ve ben yine buradayım.

Sanırım olay yazamamamda değil, yazmaya başladığım zaman dilimindeymiş. Neyse ki sorunum çözüme ulaştı..

Salı gecesi, 'oo tatil!!' hevesim, 12yi görmeden uyuyakalmamla birlikte istediğim etkiyi bünyemde gösteremediği için adeta bir hüsran oldu. Neyse ki bugün şaşırtıcı bir şekilde uykum yok, son zamanlarımda tavuk gibi erkenden rüyalar alemine geçiş yaptığımı düşünürsek. Bu gerçekten şaşırtıcı!

Evet benim duyduğumu siz de duyuyor musunuz? Bu sesler.. Biyolojik saatimin değişme sinyalleri!

Uzuun uzun film seçmelerimin ardından.. mutlu haber blog arkadaşlarım!! Sonunda bugün film izleyebildim, üstelik 2 tane!

Tabi siz benim bu film seçememe kehanetimden bi habersiniz, buralarda bundan bahsedecek kadar var olamadım ne yazık ki.. ama durum böyleydi işte sevgili blogger arkadaşlarım. Ben çok uzun zamandır film seçemediğim için kendimi sit-com’un kucağına atıyordum. Amaa bugün şeytanın bacağını kırdım. 

Ve hemen sıcağı sıcağına burada yazayım dedim. İşteee:

#Volver (2006)

Bu bir Pedro Almadovar filmidir. Eğer siz hiç hayatınızda Almadovar filmi izlemediyseniz, henüz çok geç değil. Ama zaman aleyhinize işliyor, elinizi çabuk tutun.

Genel olarak film hakkında yapılan yorumlarda en sevmediğim şey olan spoilerden olabildiğince uzak durmaya çalışırım yazılarımda. Blogun sağ üst köşesinde ‘bu blog spoiler’ içerir yazısı bulunsa bile, beni okuyan arkadaşlarım bilirler ki hassasımdır bu konuda.

Ama inanın Volver hakkında konuşamamamın nedeni bu hassasiyetim değil. Gerçekten ama gerçekten anlatılamayacak bir film olmasından.. yer yer absürd, yer yer dram.. Almadovar filmi işte. Woody Allen filmlerinde dediğim gibi, başka tanıma ne hacet.



#Me and Earl and The Dying Girl (2015)

Filmekimi’ne gelebilecek isimlerin listesini elime aldığım ilk dakikadan beri bu filmi merak ediyordum. Ki görünen o ki, 2 hafta daha bekleyemedim ve bugün izledim.

Fakat nasıl desem.. ben bu filmi pek sevemedim.. Yani aslında tam da benim seveceğim tarzda sakin, Amerikan banliyösünde geçen sevimli, duygusal film kategorisinde değerlendirebileceğimiz bir filmdi. Olmadı..

Bir filmi fazlaca gözde büyütmenin verdiği acı gerçek. Bir türlü şu duruma kendimi alıştıramadım. Büyük umutlar, büyük hayal kırıklığı getirir.

Filmde; Rachel ile Greg’in talihsiz arkadaşlıklarının X. gününde, çocuk “dokunaklı romantik bir hikaye olsaydı, kesinlikle aşık olurduk.” diye düşünüyor.

Aynen öyle Greg! Eğer dokunaklı romantik bir hikaye olsaydı, kesinlikle bu filme aşık olurdum!


 *Rachel'ın pembe peruğuna bayıldım!

Son olarak..
İyi bayramlar, iyi sabahlar!!

E.

  

22.9.15

Eylül biterken..

“… Neden söz ettiğimi biliyorsunuz. Bütün aşklar küllenir, bütün babalar ölür, bütün hikayeler biter. Birinin yıkıntıların nöbetini tutması gerekir; işte o yüzden, biri hariç, bütün çocuklar büyür…”

Bu sözleri okuduktan sonra kitabı bitiremedim, bu sayfayı tekrar tekrar okudum.

Yakın bir arkadaşımın orantısız hayranlığına rağmen, Alper Canıgüz’ü pek sevememiştim ben. Önce Tatlı Rüyalar’ı okudum, sonra da Oğullar ve Rencide Ruhlar. Evet ikincisini birincisine oranla daha çok sevdim kabul ama, Alper Kamu Cehennem Çiçeği’ni okumak için iki yıl beklediğime göre o da beni çok etkilememiş demek ki. Geçen hafta bitirdim işte bu kitabı da, ve hala dönüp dönüp son sayfasını okuyorum.  Sanırım bazı şeylerin seni etkilemesi için hayatının bir yerinden sana dokunması gerekiyor.

Böyle işte arkadaşlar.. bu arada selam!

Uzun uzun zaman sonra.. yine döndüm dolaştım ve kürkçü dükkanına geri geldim. Yazmasam da ara sıra gelip gelip baktım, bensiz buralarda neler oluyor diye. Ama demiştim ya, sanırım biraz yazmak konusunda cesaretimi yitirdim. Hem bazen sadece okumak da güzel gelir. 

Okumak demişken, İstanbul trafiğinin bana kazandırdığı tek iyi şey herhalde sürüsüne bereket kitap okumam. İş güç derken çürüttüğüm sosyal hayatıma; otobüste kattığım kitaplar ve uyku öncesi film ve dizi seansları bir nebze olsun renk katıyor.

Bu aralar ben:

Türkiye’nin dört bir yanına dağılan üniversite arkadaşlarımla buluşma planları yapıyorum sürekli. He bir de en yakın arkadaşımın dönmesi için şafak sayıyorum.

Her gün kahveyi azaltmak için kendi kendime söz veriyorum, ve yine her gün bu sözümü tutamıyorum.

Uzun filmleri ve uzun bölümlü dizileri uykuma yenik düşüp sonlandıramadığımı fark ettikten sonra yeniden Friends’e merhaba dedim, 4. sezondayım. Favori karakterim Chandler ve Monica’nın en güzel bölümlerine geri sayıyorum.

Bol bol konser tarihlerine bakıp, ajandamı dolduruyorum.  Oh Land, Belle&Sebastian, Rhye..

Bol bol Kalben dinliyorum. Dinle!

Haruki  Murakami’nin 1Q84’ünü okumak için bayram tatilini bekliyorum.

Son olarak.. Filmekimi için sabırsızlanıyorum.

Peki ya siz?





E.