15.10.15

Bir Karanfil, Yağsa Yağmur

Büyülense yeniden dünya..

Sanırım Tom gibi ‘The Graduate’i yanlış anladığımdan geldi tüm bu şeyler başıma. Mike Nichols’a saygım büyük ama anlayamamışım işte.. İtiraf ediyorum! Hayatımın bir döneminde Tom oldum ben. Ama şöyle bir farkla.. benim hayatıma giren Autumn’la Summer aynı kişiydi. Tuhaf.. biliyorum. Ama öyleydi. Üstelik ben de sonbahar yaz’dan önce gelmişti.. ben çok sonra anladım.

Yukarıda paragrafta yazan şeylere bir anlam veremediyseniz, 500 Days of Summer’ı izlememişsinizdir. Yoksa sarhoş falan değilim, ya da şizofren de olmadım. Sakin olun..

Artık kaçıncı kez izlediğimi unuttuğum bu film, her seferinde bana farklı hissettirdiğinden olacak ki. Her izlediğimde daha çok seviyorum.

Eskiden Yeni Türkü bana sadece Süper Baba’yı hatırlatırdı. Sırf o jenerikteki müziği çalmak için yan flüt kursuna gitme isteğimle annemi çıldırtmıştım. Sonuçta gidememiş, paşa paşa dinlemekle yetinmiştim, o ayrı. Hala içimde bir ukte..

Sonra bir gün Yeni Türkü benim için daha çok anlam ifade etmeye başladı. Her şarkıda farklı bir anı biriktirdim. Fırtına’yla başladığım Yeni Türkü yolculuğum her seferinde Karanfil’le sonlandı. Bu sıralamayı hiç bozmadım. Galiba bazı alışkanlıklar beni hala mutlu ediyor. Saçma ama öyle işte.. ne yaparsın.



Daldan dala atlıyor gibi gözüküyorum ama.. işte bazen böyle oluyor. Çok şey söylemek istiyorum ama sıraya koymakta hiç başarılı olamıyorum. Sonra kafam karışıyor ve yazmaktan vazgeçiyorum. Bu kez olsun dedim. Vazgeçmemek adına.. tam şuan neyi nasıl hissediyorsam yazayım.

Ve bunları yazmadan gidersem buralardan, kendime karşı dürüst olmayacağım.

İnsanlık adına kötü bir haftaydı. Gerçi insanlık adına tek kötü haftamız ne yazık ki bu değildi. Biz uzun zamandır insanlık ayıbının içinde çürüyoruz. Farkında değiliz..

Ankara’da geçen hafta 96 kişi öldü. 96 İnsan! Öldü!

Bir insanın ölmesi ne demek biliyor musunuz? Bir insan ölür ve bir daha gelmez. Birilerinin babası, birilerinin kızı, diğerinin sevgilisi, öbürünün arkadaşı öldü. Bunun ne anlama geldiğini anlayabiliyor musunuz? Geride kalmayı. Hiç gelemeyecek birini uğurlamayı. Bir hiç uğruna kaybettiğin sevdiğin olmadan yaşamayı..

Klavye başında galeyana gelip savaş çığırtkanlığı yapan onca insancıklarımız için söylüyorum. Yahu sizin hiç mi sevdiğiniz ölmedi? Hiç mi empati duygunuz gelişmedi? Hiç mi ya..
Hala siyasi liderden, yaklaşan seçimden, kim kime hayır dedi, kimler nasıl istifa etmedi ondan bahsediyoruz. İstifa etmedi diyorum. Etmiyorlar çünkü. Hiçbir zaman etmediler. Bazen haykırasım geliyor. ‘ayrılamadığınız o koltuğunuz başınızda paralansın’ diye.. Sonra vazgeçiyorum. Nasıl olsa benim haykırışım onlara arı vızıltısı gibi gelecek.

Üniversitede ilk dersimi hiç unutmuyorum. Siyaset Bilimi’ne Giriş dersi, hepimiz heyecanlı gençleriz. Çok cool, ama aynı zamanda da sevimli bir hoca girdi içeriye. Bu iki özelliği bir arada bulunduran ender insanlardandır kendisi. Bir konu attı ortaya, şuan gerçekten ne sorduğunu hatırlamıyorum. Sadece hatırladığım şey şu. Sınıf birbirine girmişti. Sağdan soldan çekiştirilen koca bir halat vardı sanki sınıfın orta yerinde. Henüz 18-19 yaşındaydık ama her şeyi biz biliyorduk, ötekisi umrumuzda dahi değildi. Hoca, iki kolunu göğsünde birleştirip bizi koca bir ders izledi. Arada bilerek kızıştırdı da ortalığı. (Ya da ben öyle hatırlıyorum. ne de olsa aradan uzun zaman geçti..) Tartışmanın kavgaya dönüşmesine ramak kala, tüm sınıfı susturdu. Ve ‘Hepinizi dinledim. Hepiniz haklısınız belki ya da hepiniz yanlış. Ama bugünden itibaren artık siz Siyaset Bilimi okuyan öğrencilersiniz, bundan sonra bu sınıfa kahve siyasetiyle girmeyin’ dedi.

Ben 5 yılın sonunda şunu gördüm ki, hepimiz siyaseti o dumanaltı kahve köşelerinden çıkarmış; çoktan hayatımızın aslında bir siyaset olduğunu öğrenmiştik. Ve bunun temelini o ilk derste atmıştık.
Benim siyasete bakış açım üniversitedeki ilk dersimde değişti işte. Siyaseti politikadan bağımsız görmeyi öğrendim. Siyaseti hayatım her anında yaşadım, kendimce. Bunu inatla herkese göstermeye çalışanlara da hep saygı duydum. Okul bana diğer insanlara saygı duymayı öğretti. Her ne düşünürse düşünsün, onun insan olduğunu unutmamayı öğrendim. Bir çok insanın yapamadığı..
Biz ne zaman, ‘onun da orada ne işi vardı’, ‘böylelerine müstahak’, ‘onlar bize vururken iyi’ gibi gibi  tüm ‘oh olmuş’ları bırakırız. İşte o zaman dünyada bir şeyler değişir. Yoksa çürüyen insanlığın altında ezilmekten başka bir yolumuz kalmaz.

Ne diyeyim.. İnsanı sadece insan olarak görebildiğimiz, barış dolu yarınlara..


Yeni Türkü ne güzel demiş.. ‘Büyülense yeniden dünya!’