5.6.14

3:32''

(Yağmur en çok geceye yakışıyor; mutsuzluk gibi. Siyah eğreti durmuyor üstümde. Geceleri uyumak da iyi gelmiyor. Üstelik saat gece yarısını çoktan geçti..)

Sabah ezanına beş kala, hala uyuyamamıştı. Yatakta bir sağa bir sola dönmekten yoruldu, biraz da susadı sanırım bir çırpıda yataktan kalktı. Evdekileri uyandırmamak için ses çıkarmadan yürümeye çalışıyordu en ufak baskıdan gıcırdayan tahtaların üstünde. O kadar sessizdi ki kendi sessizliğinden korktu. Karanlıkta el yordamıyla bulduğu mutfağın ışığını açtığında, karanlığa alışan gözbebekleri büyüse mi küçülse mi bilemedi. Dolabı açtı; ama su şişesi boştu. Oysa annesi hep derdi ‘şu şişeyi boş koymayın dolaba!’ Hiç mi kimse dinlemez bu sözü? Damacanadan doldurduğu oda sıcaklığında ılımış suyu gönülsüz içti.

Boş bardağı masaya koyar koymaz sabah boşluğunda yankılanan ezan sesini duydu. Ürperdi. Oldu olası sabahları ezan sesi ona hüzünden başka bir şey vermemişti. İyice sokağı dinleştirdi; birkaç motor sesinden başka hiçbir ses yoktu ezanın o kuvvetli seslenişine arkadaş olacak. Mutfak kapısında öylece kaldı. Sokağı daha iyi dinlemek için açtığı pencere ile salonun balkon kapısı cereyan yapıyordu. Ezan çok uzun sürdü. Ya da ona öyle geldi. Bittiğinde sadece hızlı hızlı aldığı nefesini hatırlıyordu. Bozuk motorun sesiyle yaklaşan o kamyonun tangırtısını duymasa; kendi nefesi yüzünden ölecekti.  

Sonra bakkalın çırağı bağırdı. ‘Orhan Abiii! Kamyon geldi!!’


(Ve uyandı.)



E.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder