19.9.14

Evde tek başına..

Selam! Bugün yine asosyalliğin dibine vurduğum doğrudur. Aa hay aksi! bakın ne dicem.. Bugün dünün aynısı.. hatta bir önceki bir önceki gün de böyleydi. Film/dizi/kitap üçgeninde geçen günler.. merhaba! Dışarıda hava nasıl? Bu durumu twitterdan takip edecek kadar pencereye uzak bir köşeden sesleniyorum. KURTARIN BENİ!!

Bu arada BookChallenge olayını adım adım takip ediyorum ama her gün yazacağımdan emin olamadığım için başlamadım. Takipteyim ama.. Ben de şu sıralar uzun zamandır kitaplıkta okunmayı bekleyen üç silahşörler’e başladım. (aa daha yeni mi?) der gibi bakmayın. Ee malum istanbulda okul-ev arası otobüste taşınacak ağırlıkta bir kitap değil. Uzun zamandır tüm kitaplarımı toplu taşıma araçlarında bitirdiğimi göz önünde bulundurursak.. normal bir durum bence.

Ve sonunda izlemem dediğim bir filmi daha siz bloggerlar sayesinde izledim. O kadar çok anlatıldı ki.. dayanamadım. ‘Aynı Yıldızın Altında’yı izledim. Doğruymuş arkadaşlar.. ‘acı hissedilmeyi talep eder.’ Ve bu film soğuk havalarda evde tek başına izlenilmesi gereken bir film değildir. Resmen elimde patlayan bir bomba. Eveet.. ben de ağladım. Oysa son dakikalarına kadar ağlamamak konusundaki direncim yerindeydi de o cenaze töreni işi bitirdi. Hee bu arada ‘cenazelerin ölü için olmadığına karar verdim. Kalanlar içindi.’ ne doğru bir tespit öyle..

Hatta bugünlerde bir tane daha izlemem dediğim bir filmi izledim. Sanırım yeni film önerilerine ihtiyacım var. İzlemeyeceklerim listesine başladıysam eğer yardımınız gerekebilir. Ki durum bu. Bu filmimiz; ‘Bağlanmak Yok’. Diğer film gibi olmadı maalesef izlemeseydim de olurmuş dedim. Hatta sıkıldım bile denebilir. Sadece tek bir cümle vardı: “insanlar ebediyen birlikte olamaz”. Bir bu laf güzeldi işte.

Son olarak geldim son dört günde iki sezon bitirdiğim; hatta üçüncü sezonuna başlamak üzere olduğum dizime. Aslında geçen yıl Kassel’de ilk sezona başlamıştım. Sevmiştim de aslında ama sonra ne oldu da yarım kaldı hatırlamıyorum. Salı günü dedim ki.. hadi elif bir daha başla en baştan. İşte bu laf var ya.. hayatımda söylediğim en güzel şeylerden biri olabilir. Onun sayesinde hayatımın aşkını Nick Miller’ı buldum. (tamam biraz abartmış olabilirim ama her saçmalığına bu kadar çok gülmemin başka bir açıklaması yok bence) evet.. karşınızda New Girl!!

(Summer’a olan düşmanlığınızı kapını dışına bırakın. Ve Zooey’i öyle izleyin. Jess’i seveceksiniz.)



Felicity’i izleyin derken Woody Allen’ın NewYork sevgisinden ve LA nefretinden bahsetmiştim hatırlıyor musunuz? Heh onu unutun. Allen’ı boşverin. (NewYork başkadır orası ayrı da) Bu çocuklar Los Angeles’ta olduğu sürece üzgünüm Woody, LA is the king!

*bir çok insana bir çok insanı hatırlatıyorum. bir çok insan bana bir çok insanı hatırlatıyor..

O zamaan Nick Miller'ın mixtape'inden gelsin -> dinle!

E.


10.9.14

Bunları yüzyüzeyken konuşuruz..

*
Yüzyüzeyken Konuşuruz’u bileniniz??

Geçen yıl sonbaharda sınavlarla boğuşuyordum her zamanki gibi.. ve yine acaba ne dinlesem diye düşünürken; o zamanlar çok uzaklarda olan bi arkadaşım bana bir şarkı gönderdi. Onun dediğine göre sınav haftama bilerek denk getirmişti; ders çalışırken iyi gidermiş. Haklıydı da.. yüzyüzeyken konuşuruz kelimenin tam anlamıyla bir sınav fonu harikası.
Neyse işte yine kelimeler fazla dolandı ağzımda. Bu grubun şarkıları bana güzel bir insanı ve güzel zamanları hatırlatıyor.. (belki siz de seversiniz..)


**
Dün Mert’in blogunda screenshot challenge diye bir başlığa denk geldim. Benim de ismim geçmiş üstelik.. buyrun benim masaüstüm:




***
Bugün tüm gün evde olacağımı anlayınca uzun zamandır ertelediğim The Godfather partisini yapmaya karar verdim. Yani tüm günümü Corleone ailesine ayırdım. (yeni bitti) Şuan ne durumda olduğumu anlamanız için her filmin 3 saat olduğunu söylemem yeterlidir herhalde..

Hala izlemeyenler var mı aramızda? 
Yoksa siz de arkadaşlarım gibi düğün sahnesini geçemeyenlerden misiniz? Hadi ama.. bir kez daha deneyin.



****
Aslında yazının başına Medianeras ile Manhattan’ı anlatmak için oturmuştum. Ama olmadı.. bazen olur ya sadece içinden gelmez. Bu aralar ben de öyleyim; yine yazamamaktayım..

‘hayatım bir oyun olsaydı beş kare geri gitmek zorunda kalırdım.’ –Medianeras
‘arada bir de aptal insanlarla tanış; bir şeyler öğrenebilirsin.’ –Manhattan



*****
Son olarak size hatırlatmak istediğim bir de Felicity var. Daha önce şurada bahsetmiştim; başladım diye. Evet o şuan bitmek üzere.. 90lı yılların sonunu 2000lerin başını özlediyseniz ve Woody Allen gibi LA’e düşman NewYork’a hayransanız; bi bakıverin..

Birazcık spoi: ‘Çok değer verdiğimi düşündüğüm bir şeyden vazgeçmek çok tuhafmış. Ama onu daha fazla beklemek de doğru gelmiyor.’ dedi ya Noel. İtiraf edeyim ‘Ohh bee!!’ dedim. Ee sabır taşı olsa çatlar..



O zaman başladığı gibi bitsin:


E.

3.9.14

Salı Sineması..

Türkiye-Finlandiya maçında kendimi biraz fazla kaybettiğimden sesim kısıldı. Konuşarak gevezelik edemeyeceğimi anlayınca da dedim ben bir bloga uğrayayım. Fazla boş verdik buraları.. (bu arada maç harikaydı!! İzlemediyseniz çok şey kaçırdınız!)

Sınavlar nedeniyle geçici olarak kapsama alanı dışındaydım. Bugün kendime geldim, işte bi on gün kadar tatilim var, sonrasında yine güzide okulum ve ben harika bir ikili olmaya devam edeceğiz. (roket takımı halt etmiş yanımızda. pehh..)

Malum gün sayısı az; her günü dolu dolu değerlendirmek lazım dedim ve bugün tam tamına 3 film izledim. Evet yanlış duymadınız 3! Dördüncüye başlamadan önce bu filmlerden bahsedip hemen kaçacağım..

(Sırasıyla..)Başlıyoorr..

#Bir Kelebeğin Kanat Çırpışı

(Orijinal adı: Le Battement D’ailes Du Papillion.) Ben türkçe adıyla sesleniyorum bu kez. Fransızlarla bu konuda hiiç anlaşamıyoruz; yok arkadaş.. bir türlü aklımda tutamıyorum film isimlerini.

İsminden de anlayacağımız gibi filmde ‘kelebek etkisi’nden bahsediliyor. Klasik bir fransız filmi. (hem de Audrey Tautou var) Film tam tesadüf manyaklarına göre.. (kıhkıhkıh.. tam benlik yani:)) Klasik bir fransız filmi dediğimden anladığınız üzere öyle zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım dediğiniz son sürat filmlerden değil tabii ki. Oldukça yavaş ilerleyen bu filmi avrupa sineması sevenlere kesinlikle tavsiye ediyorum. Ama yok ben Hollywood’dan başka sinema sektörü bilmem de sevmem de diyorsanız size sözüm yok. Aa olur da bir değişiklik yapacaksanız; bu film size 'ıcebucketchallenge' etkisi yaratır. Amaann deyim uzak durun. Siz Amelie izleyin önce bi, sonra gelin yine..

*Okyanusu yükseltmek için denize işemen yeterli..



#Drinking Buddies

Fransa’dan sonra yüzümü okyanus ötesine çevirdim. Taa Amerikalara gittim.. gittim de ne oldu?
Yok arkadaşlar yook.. benden öyle aksiyon/gişe filmleri çıkmaz. Yine gittim en sakin (en yağmurlu havada izlenecek ) filmi buldum. (eveet.. öyle girişi-gelişmesi olmadığı gibi sonucu da olmayan filmlerden.. hazır olun. Beklenti yüksek olmasın sonra çok hayal kırıklığı oluyor. Ve ben hayal kırıklığıyla yazılan yorumları hiç sevmiyorum. Yapmayın öyle şeyler.. minimum beklenti!! lütfeen..)

Film bira üretim merkezinde çalışan Luke ve Kate adında iki arkadaşı anlatıyor. Ee tabi verdiğim sübliminal kelimeden (“bira”) de anladığınız üzere; bol içmeli bir film. Yanii.. ben ettim siz etmeyin; birasız basmayın o play tuşuna basmayıınn!

He yok ben bira sevmem de içmem de diyorsanız; gönül rahatlığıyla başlatabilirsiniz filmi. (ama şimdi düşünüyorum da filmi sevmeme neden olan büyük etken: biraydı. O yüzden sizi bilemedim şimdi.. ben içtikleri her biranın markasını görmeye çalışırken filmi bitiverdi zaten.. anlamadım:))

Ayrıca; New Girl’den tanıdığım ve pek bi sevdiğim Jake Johnson’un varlığı bu filmi daha bir güzel kıldı. Yalana gerek yok şimdi gece gece:)

*hissettiğim gibi düşünüyorum.



#Kemerlerinizi Bağlayın

(Orijinal adı: Allacciate le Cinture) Eveet.. bu kez de İtalya’dayız.. Ama bu kez yönetmen koltuğunda yabancı biri yok. Heh anladınız dimi? ta kendisi: Ferzan Özpetek

Daha önce hiç Özpetek filmi izlediniz mi bilmiyorum ama eğer izlediyseniz ve sevdiyseniz bunu da seversiniz. (ben en çok ‘Karşı Pencere’sini sevmiştim.)

Bugünün en ağır ilerleyeni; ve sevme oranıma göre sıralamamı isterseniz sonuncu sıraya koyacağım film bu. ( en yüksek oyum ise: goes to America!) Filmin ortalarında sıkılmadım desem çok büyük yalan söylemiş olurum. Ama her şeye rağmen filmi yarıda kesmediysem; hala "çok kötü" olmama konusunda bir şansı var demektir.

Asıl beni şaşırtan ufak bir rolde de olsa Serra Yılmazı görememem ve finalinde Sezen Aksu’dan bir şarkının çalmaması.. çok alıştım ben bu ritüellere.. olmadı Ferzan!



...
İşte böyle arkadaşlar.. bugünlük benden bu kadar. Şimdi ben (uyumadan önce iyi gider diye düşündüğüm) Manhattan’ı izlemeye kaçıyorum. Artık söz sizde!


E.