30.11.14

Sebebi var Bahanesi yok..

Okurum, yazarım, konuşurum,
Kelimelerin efendisiyim amma..
Aşka gelince enikonu safım

Garantici olup korkanlara selam olsun!

Bi haftasonu ertesi, pazartesiye bir kala yine yeniden burdayım. Nedensiz yere sardığım Sezen Aksu eşliğinde hem şarkı söyleyip, hem de bu satırları size yazıyorum. Pazar geceleri mutsuz olanlara tavsiyem, açın bir ‘ruhuma asla’, açın ‘onu alma beni al’ bakın bakalım kalıyor mu o mutsuzluktan eser:)

Aslında pek bir sezen hayranı değilimdir, ama ne zaman kendimi mutlu hissetsem ‘kaçın kurası’ ile başladığım listeme ‘şanıma inanma’ ile sonlandırır. Mutlaka ‘seni yerler’in klibini izler güler eğlenir, kendi kendime neşe saçarım. (anlık gelip giden bu neşeli hallerimin hala nedeni anlaşılamamakta..)

Ee nasıldı bakalım haftasonunuz?

Ben küçük bir haftasonu kaçamağı yaptım. Çorlulu olmadığım halde, çorluya en çok giden insanım herhalde. En yakın arkadaşımın ve onun arkadaşlarının yanına arada sırada kaçar, bi çorlu ayazı yer dönerim. İşte bu haftasonu da onlardan biriydi. (yazın da bunun tekirdağ versiyonunu yaşıyorum.) Ruhumda bir trakyalı yaşıyorsa demek..

Bol kahkahalı, bol dedikodulu, bol içmeli bir çorlu/haftasonunu geride bıraktım. O nedenle bu haftasonu gözüm sinema görmedi; dönüş yolu dışında. En sevdiğim şeylerden biridir otobüs yolculukları. Hele hele güzel güzel filmler varsa var ya.. tadından yenmez. İşte bu akşam da öyle denk geliverdim, ‘(Mr.Popper's Penguins)Babamın Penguenleri’ne. Nasıl geçti bu kısa yolculuğum anlamadım. (arada kıkırdadığımda fazlasıyla oldu; umarım çok yüksek sesle yapmamışımdır:)) Eğlenceli bir pazar sineması oldu. Bu hafta geçti ama haftaya pazar aklınızda olsun.



Yani kurak bir haftaiçini, kurak bir haftasonuyla kapatmama ramak kalmıştı ki, Jim Carrey imdadıma yetişti!!

*bir on gün kadar önce, sineterapi ekibi olarak bir filmin ön gösterimine katıldık. Son zamanlarda sinemaya sadece bu ön gösterimler sayesinde uğradığım için, kaçırmak istemedim tabii ki. Türk romantik filmlerine pek katlanamasam da… gittim. Sonuç mu? Hüsran. İlk defa sinemada geçirdiğim dakikalara acıdım. Hayır zaten pek umudum yoktu filmden ama, bu kadarı da olmaz diye düşünüyordum. Meğerse çok pollyanna bakmışım bu işe. İzleyicileri aptal yerine koyup film diye bizi oturttukları sinema salonunu işgal ettikleri için mi kızayım, onca billboardda yapılan reklamlara dökülen paraya mı :)

Anladık tamam sevmedin de filmin adı ne? dediğinizi duyar gibiyim.. açıklıyoruum: ‘Seni Seviyorum Adamım’. Görürseniz arkanıza bakmadan kaçın! Kaç kaç kaç..


Güzel haftalar. Yatın uyuyun hadii.. yarın pazartesi!



EDİT:

Pazartesim güzel geçsin diye.. işteki bilgisayarıma bu güzel insanları kondurdum. bakıp bakıp mutlu oluyorum. İşte/ofiste sıkılanlar en sevdiğiniz filmden bir sahneyi yapıverin masaüstü!
(Reality Bites)


E.

25.11.14

Nostalji vurdu a dostlar..

Ben beni bildim bileli 70s-80s-90s üçlemesinde retro bir hayat sürer giderim.. müzik olsun, film olsun, moda olsun fark etmez. (bu arada benden ilk defa moda lafını duyduğunuza yemin edebilirim.)

Dün sineterapi için ne yazsam ne yazsam diye düşünürken, kendimi The Breakfast Club (Kahvaltı Kulübü) izlerken buldum. 85 yapımı film beni yine düşürdü geçmişin tuzağına. Tüm gün 80ler müziğini dinlememin ardından; bugün de ofiste tüm gün 70ler dinledim. Kendimi hippi olarak ilan etmeme ramak kalmıştı ki.. bir arkadaşımın ‘How To Make AnAmerican Quilt’ eleştirisiyle Winona Ryder’ı hatırlayıverdim.

*Winona Ryder’ın kleptoman olduğunu öğrendiğimde çok üzülmüştüm. O yaşta ne anladım acaba da bu kadar üzdü ve etkiledi beni bilmiyorum. Hem zaten ne işim var benim Winona’yla o yaşta. İzlesene kızım tom&jerry, şirinler falan.. işte o zamanlardan belliymiş benim şimdiki halim.


Winona Ryder bir zamanlar Johnny Deep’le birlikteydi falan filan derken.. 90ların magazinin de dolanmaya başlamıştım ki.. aklıma bir anda en sevdiğim film Reality Bites geldi. (ekbilgi: Ethan Hawke’ın canlandırdığı Troy Dyer’a aşık olmayayım da kime olayım?) Oydu buydu şuydu derken… kendimi 90ların o renkli dünyasına bırakıverdim gitti.

*Çocukluğuma dair hatırladığım şeyler bazen bölük bölük, sanki önceden izlediğim bir filmin bazı sahnelerini kesik kesik hatırlamak gibi. Bazı görüntüler çok net o ayrı. Mesela bazı akşamlar, ardı ardına Back to The Future I-II-III verirlerdi. Annemle teyzemin ‘yine mi o beyaz saçlı deli adam’ isyanlarına rağmen; kuzenimle sanki ilk defa izliyormuş gibi yine yeniden izlerdik. 'Biz Marty Mcfly’ı Yekta Kopan sesiyle dinleyerek büyüdük arkadaş!!' diye böbürlenir dururuz hala..

*Yıl olmuş 2014, ben hala çok sevdiğim 90lar Pop dinlerim. Ee tabii sahip olduğum derin repertuardan bahsetmeden bu dosyayı kapamadan olmaz. Hafızamın bazen balıklarla yarıştığını düşündüğüm şu yıllarda bile, sorun bana Oya&Bora’yı sorun bana İzel&Çelik&Ercan’ı bakın nasıl şakıyorum… (o değil de hala şaşarım; 7-8 yaşlarında ‘cartel bir numara en büyük..’ diye en ufak bir satır atlamadan tüm şarkıyı söylerdim, almanca kısımlar hariç. Rap ya bu rap! Az manyak değilmişim..)

İşte böyle.. şimdiki çocuklara bakıyorum da. Çok şanslıymışız biz yaa!!


O zaman sıradaki parçamız, 90lardan uzaklaşamayanlara, mutsuzluğun kışına ulaşanlara gelsin: dinle!

E.

19.11.14

Hasta Çarşamba

Öhö öhö..
Hastalık sezonunu açıyorum.. ve size pofidik yastık ve yorganımın arasından sesleniyorum. Hem de haftanın ortancası Çarşamba günü.

Boğazım öyle bir ağrı içinde ki konuşmak çok zor geliyor; bahanem de hazır olduğu için tabii ki bugün okula gitmedim (ya 1 saatlik ders için gidiş dönüş 3 saat yol çekilir mi sorarım size?), annemin hazırladığı mis gibi kahvaltımın arkasından, binbir çeşit bitkiyle yaptığım şifa çayımı içerken kenara ayırdığım filmimi izledim. Ve şimdi buradayım! (zaten Mia’nın blog alemine geri dönüşü ben de bi ‘hoop hadi sen de’ gazı vermedi desem yalan.)

Size güzel film önerilerim var tabii ki.. birazdan sıralayacağım hepsinii.


Geçen yazımda Boyhood’u izlemek istiyorum demiştim ya.. Evet, izledim arkadaşlar. Ve kelimenin tam anlamıyla bayıldım! Durum filmlerini sevenler için şiddetle tavsiyemdir. Ama yok siz  ‘izle izle sonunda anlamsızca bitsin, ne anlarım ben o filmden’ diyen bir giriş-gelişme-sonuç izleyicisiyseniz boşverin:) daha ayrıntılı bir yorum istiyorsanız: tıktık

(Ethan Hawke’dan vazgeçemeyen yönetmen Richard Linklater’ı sırf bu yönünden dolayı bile çok seviyorum:))

*Two for the Road:
80ler 90lar sineaması benim için hep bir numara olsa da.. Audrey Hepburn’a olan hayranlığım nedeniyle daha önceki yıllarla da aramı fazla açmıyorum doğrusu. Çoğu Hepburn filmini izlememe rağmen, bu filmi atlayıvermişim.. Film dönemine göre değerlendirildiğinde çok güzel bir kurguya sahip; hatta flashbacklerin babası sayılabilecek türden. Özellikle evlilik kurumuna getirdiği eleştiriler ile tadından yenmiyor.

‘bitenin bitmiş olduğunu görmek cesaret işi’

*Third Person:
Ünlülerin fazla olduğu bir kadro ile göz dolduran filmimiz; NewYork/Paris/Roma üçlüsünde geçiyor. Aynı zamanda da üç farklı hikaye var. Bu arada, finalini tek seferde anlarsanız ses verin! Ben tam olarak anlamak için 3 kez izledim:)

‘bilmediğim şeyler hakkında yazarım, anlamadığım şeyleri ise kurgularım.’

*Aşkın Ömrü 3 Yıldır (l'amour dure trois ans):
Takip ettiğim bloglardan biri olan, minikmini’nin filmi yorumlamasının ardından bir merak ettim. Ve geçen gün izledim. Nasıl mıydı? Ne sevdim ne sevmedim..
Bukowski’nin sözleriyle başlayan film o kadar yüksek başladı ki; sonrasında gelişen hikaye, replikler vs. o yüksekliğe çıkamadı ben de. Beklentim fazla uçmuştu oysa ki..

‘evliler öğle yemeği, aşıklar akşam yemeği yerler.’

*What If
Bu sabah izledim. Sıcağı sıcağına yazıyorum.. Kadın-Erkek arkadaş olabilir mi? Uzaktan ilişki yürütülebilir mi? gibi soruların temelinde olduğu klasik bir romantikli film. Klasikleşen konuların kombinasyonlarını izlediğimiz için artık, bu konu bana eleştirilecek bir şeymiş gibi görünmüyor. Bu tarz filmlerde benim aradığım tek şey, beni içine çekmesi. Belki çiftlerin uyumu, belki filmin çekildiği şehir, fonda çalan şarkı vs. neyse. What If’i sevdim ben! :D

Televizyonda ‘kampüsistan’ın tekrar bölümlerine denk gelmemle birlikte, kendimi 90lara ve 2000lere vurdum ve tüm dizilerin jeneriklerini izledim:) bu nedenle de sabah başladığım yazıyı ancak şimdi sonlandırabiliyorum.


bu da şarkımız olsun!