6.7.15

Günce gibi gibi..

Ne zaman geri döndüm desem de.. aslında tam olarak dönemiyorum. Ya eskiden düşündüklerimi yazmak konusunda daha cesurdum.. ya da ne bileyim yazacak değerde şeyler yaşıyordum galiba. Şu aralar hayatım o kadar olağan sınırlarda sürüp gidiyor ki, her dalgalanmada tosladığım duvara uğrayamıyorum. Öyle fazla koşturuyorum ki, düşünmek için bulduğum zaman dilimi uykuya dalmadan önce başımı yastığa koyduğum 5-10dakika.

Hayatlarımız her ne kadar karmaşık gözükse de, aslında belirli tanımlar ve sınırlar arasında, net çizgilerimizle; evet/hayır yarışması oynar gibi kısıtlıyız aslında. Çoğu kez aklımıza ilk gelen şeylerle yaşıyoruz; ya da geçmiş tecrübelerimizle hareket ediyoruz. Carpe Diem her ne kadar yaşam felsefesi olarak sunulsa da, benim için zırvadan ötesine geçemiyor. Ne yazık ki ben hayatını geçmiş zaman kiplerine göre yaşayan biriyim.


90lar deyince aklıma hep OyaBora ikilisi gelir, en sevdiğim dizi hala ve hala SüperBaba’dır. Salçalı makarnayı, hiçbir ziyafete değişmem. Yılbaşı gecesinde kestane yiyerek yılbaşı programlarını izlemekten saçma bir keyif alırım.  Yağmur yağdığında ne kadar huzur buluyorsam; güneşli ve sıcak havalarda bir o kadar huysuzumdur. Hiçbir zaman vazgeçmediğim tek ilgi alanım sinema. Sporla aram; lise sona kadar her futbol maçını seyreden fanatik bir fenerli; üç yıl öncesine kadar da geceleri saat kurup uyanan ve nba maçlarını izleyen bir Boston celticsli. Müzik hayatımın her anında yanımda, özellikle kulaklığım olmadan belediye otobüslerine adımımı dahi atmam. Sahi kırmızı belediye otobüslerini bir tek ben mi özlüyorum? Ya da gerçekten naftalin kokan çekmecemde çürüyorum da benim mi haberim yok. Heey milenyum çocukları, kurtarın beni!!

Arkadaşlarım benim için çok önemli, ama bir o kadar da yalnız kalmayı severim. Her zaman geceyi gündüze tercih ederim; zihnim ve duygularım böylelikle daha açık oluyor. Uyuyarak geçirdiğim zaman dilimine her zaman acımışımdır, neyse ki uykuya çok düşkün bir yapım hiç olmadı. Çocukken her kavganın sonunda özür dileyen ben olurdum. Sanırım tek çocuk olduğumdan, yalnız kalmaktan pek bi korkuyordum. Kimseyle aram bozulmasın diye, tüm suçun sahibi benmişim gibi davranırdım; galiba bu durum üzerimde alışkanlık yaptı, vazgeçemedim.



Bu aralar o kadar yorgun ve yoğunum ki.. uzun zamandır geceleri film izleyerek sabahlayamıyorum. Özlemişim.. belirsiz duygulardansa bağışıklık kazandığı mutsuzlukları tercih eden, kendi çapında bir vaka olan ben; tabii ki gece izleyeceğim filmi de eskiden izlediğim filmler arasından seçerek.. yine risk almadan bir geceyi daha sonlandırmış bulundum.

You Can Count On Me.

*Terry ile Rudy’nin tüm diyalogları için, yine olsun yine izlerim.
“Ama bir şeye kendimi kötü hissederim diye inanmak istemiyorum.”

Gerçekten inanmak istiyorsam inanmalıyım. Gerçekten yazmak istiyorsam yazmalıyım. Ancak o zaman doğru kelimeler yerini buluyor.

O yüzden yine yazarım demek ne kadar çok istesem de doğru gelemiyor bir türlü. Çünkü ne zaman döndüm desem, havada kaldı; sözümü unutuverdim. Sürekli ben geldim deyip, ardından ortadan kaybolan bir sevgili gibi hissediyorum kendimi. Ya yazmayı beceremiyorum, ya da ne bileyim yazmaya cesaretimi yitirdim. İşte öyle bir şey..

O halde görüşürüz. Belki yarın belki de daha sonra:)


E.