Ne zaman geri döndüm
desem de.. aslında tam olarak dönemiyorum. Ya eskiden düşündüklerimi yazmak konusunda daha
cesurdum.. ya da ne bileyim yazacak değerde şeyler yaşıyordum galiba. Şu aralar
hayatım o kadar olağan sınırlarda sürüp gidiyor ki, her dalgalanmada tosladığım
duvara uğrayamıyorum. Öyle fazla koşturuyorum ki, düşünmek için bulduğum zaman
dilimi uykuya dalmadan önce başımı yastığa koyduğum 5-10dakika.
Hayatlarımız her ne kadar karmaşık
gözükse de, aslında belirli tanımlar ve sınırlar arasında, net çizgilerimizle;
evet/hayır yarışması oynar gibi kısıtlıyız aslında. Çoğu kez aklımıza ilk gelen
şeylerle yaşıyoruz; ya da geçmiş tecrübelerimizle hareket ediyoruz. Carpe Diem
her ne kadar yaşam felsefesi olarak sunulsa da, benim için zırvadan ötesine
geçemiyor. Ne yazık ki ben hayatını geçmiş zaman kiplerine göre yaşayan
biriyim.
90lar deyince aklıma hep OyaBora
ikilisi gelir, en sevdiğim dizi hala ve hala SüperBaba’dır. Salçalı makarnayı,
hiçbir ziyafete değişmem. Yılbaşı gecesinde kestane yiyerek yılbaşı
programlarını izlemekten saçma bir keyif alırım. Yağmur yağdığında ne kadar huzur buluyorsam; güneşli
ve sıcak havalarda bir o kadar huysuzumdur. Hiçbir zaman vazgeçmediğim tek ilgi
alanım sinema. Sporla aram; lise sona kadar her futbol maçını seyreden fanatik
bir fenerli; üç yıl öncesine kadar da geceleri saat kurup uyanan ve nba
maçlarını izleyen bir Boston celticsli. Müzik hayatımın her anında yanımda,
özellikle kulaklığım olmadan belediye otobüslerine adımımı dahi atmam. Sahi
kırmızı belediye otobüslerini bir tek ben mi özlüyorum? Ya da gerçekten
naftalin kokan çekmecemde çürüyorum da benim mi haberim yok. Heey milenyum
çocukları, kurtarın beni!!
Arkadaşlarım benim için çok
önemli, ama bir o kadar da yalnız kalmayı severim. Her zaman geceyi gündüze
tercih ederim; zihnim ve duygularım böylelikle daha açık oluyor. Uyuyarak
geçirdiğim zaman dilimine her zaman acımışımdır, neyse ki uykuya çok düşkün bir
yapım hiç olmadı. Çocukken her kavganın sonunda özür dileyen ben olurdum.
Sanırım tek çocuk olduğumdan, yalnız kalmaktan pek bi korkuyordum. Kimseyle
aram bozulmasın diye, tüm suçun sahibi benmişim gibi davranırdım; galiba bu durum
üzerimde alışkanlık yaptı, vazgeçemedim.
Bu aralar o kadar yorgun ve
yoğunum ki.. uzun zamandır geceleri film izleyerek sabahlayamıyorum. Özlemişim..
belirsiz duygulardansa bağışıklık kazandığı mutsuzlukları tercih eden, kendi
çapında bir vaka olan ben; tabii ki gece izleyeceğim filmi de eskiden izlediğim
filmler arasından seçerek.. yine risk almadan bir geceyi daha sonlandırmış
bulundum.
You Can Count On Me.
*Terry ile Rudy’nin tüm
diyalogları için, yine olsun yine izlerim.
“Ama bir şeye kendimi kötü hissederim diye inanmak istemiyorum.”
Gerçekten inanmak istiyorsam
inanmalıyım. Gerçekten yazmak istiyorsam yazmalıyım. Ancak o zaman doğru
kelimeler yerini buluyor.
O yüzden yine yazarım demek ne
kadar çok istesem de doğru gelemiyor bir türlü. Çünkü ne zaman döndüm desem,
havada kaldı; sözümü unutuverdim. Sürekli ben geldim deyip, ardından ortadan
kaybolan bir sevgili gibi hissediyorum kendimi. Ya yazmayı beceremiyorum, ya da
ne bileyim yazmaya cesaretimi yitirdim. İşte öyle bir şey..
O halde görüşürüz. Belki yarın belki de daha sonra:)
E.