26.10.14

Pazar Haberleri..

Oh baby baby… (Wild World/Cat Stevens)

Merhabalar!
Güzel bir şarkı, güzel bir haftasonu ve ne güzelsin sen pazartesi sendromu!

Uzun zamandır buralardan sesleniyordum; PATLADIM SIKINTIDAN! Evren duymuş beni ola ki al sana dedi.. “sıkılmak mı? başını kaşıyacak vaktin olmasın da gör!”

Evde oturmaktan bunalan ben, n’olur bugün evde oturayım diye sızlanmaya pek erken başladım. Pazar gününü tam olarak hakkıyla yerine getirmenin verdiği tembellikle konuşuyorum.

Sınav haftam yaklaşıyor, biriken dersler, ödevler, tez okumaları; yanında göz bebeğim N’olmus ile Sineterapi’ye yazmam gereken yazılar; ve üstelik yepyeni gcır gıcır yeni bir işim de var. (İKSV medya ilişkileri departmanında stajım dolu dizgin devam ediyor..)Yani arkadaşlar kısacası; tam olarak iki ayağımı bir papuca sokmuş durumdayım.

Ama bugün Pazar! Haftasonunun tembel çocuğu… cumartesinin evcimen abisi. Ee söyleyin bakalım neler izlediniz bugün? Sinemaya giden? Evde film keyfi yapan? Yeni dizilere başlayan? Anlatın bakalım ailenin sevilmeyen ikinci çocuğu Pazar’ı nasıl değerlendirdiniz? (en sevilmeyeni tabii ki de pazartesi. Adını bir sendroma bile vermişler daha nasıl belli edelim sevilmediğini.)

Siz düşünün bakalım ne yaptınız… ben de o sırada size bu yoğun günlerime bile tıkıştırmayı başardığım keşiflerden bahsedeyim…

Ne izleyelim?
(rastgele sıralandı)



#Awakenings:
Robin Williams/ idealist rollerin adamı! Kedideli bu filmi ilk önerdiğinde izlemek için sabırsızlanmıştım. Düşünsenize başrollerde Robin Williams ve Robert De Niro var. Aman Tanrım!! Gerçek hayattan uyarlanmış filmler/kitaplar kurgu olmadığı için her zaman daha çok etkiler malum. O nedenle etkilenmemek elde değil; insanlarla araları iyi olmayanlara gelsin:)

‘bir nesne değil, bir insan uyandırdınız. ben bir insanım. kötü hissetmiyorum ama hiç bir şey de hissetmiyorum.’

#Palo Alto:
Filmekimine giden kaç kişi var bakalım? Bu yılın film programı on numara beş yıldızdı laf aramızda. Hala izleyemediklerim ve meraktan çatladığım filmler var.( Mesela ‘Boyhood’u izleyemedim. Resmen yastayım arkadaşlar.. Ethan Hawke filmini izleyemedim. düşünebiliyor musunuz bendeki merakı..)
Amerikan gençlik filmlerine benzerliğiyle/klişelikle eleştirilse de yönetmeni Gia Coppalo’nun ve James Franco’nun hatırına sevdim ben bu filmi. Daha ayrıntılı konusunu merak ediyorsanız: tıktık!

‘Ben Bob değilim!!!’

#Les Amours Imaginaries:
Vayy Xavier Dolan dediğinizi duyar gibiyim:) evet siz de mi Xavier hayranısınız, çıkın bir adım öne.
Bang Bang dinlemeyi hep sevdim ama; bir şarkı bir film sahnesine bu kadar mı yakışır.. Xavier’in ileri geri gelen kamerası; güzel tespitleri; replikler.. anlatılmaz izlenir. (Momy de bir diğer filmekimi kaçağı en yakın zamanda izleyeceğim!)

‘yenile tuşuna her bastığımda bir kişi ölse bu dünyada kimse hayatta kalmaz.’

#You Can Count On Me:
Geçmişe gidelim o halde.. (yıl 2000) Birbirine zıt iki kardeşin samimi hikayesi. Mark Ruffalo filmlerini incelerken gözüme çarptı; aa hadi izleyeyim dedim. İtiraf edeyim ki pişman olmadım. Sakin sakin izleyebileceğimiz filmlerden.

‘bence kimsenin yaşamı fazladan bir değer gerektirmez.’

#The Art Of Getting By:
Hayatta her şey mümkündür mottosuyla; amerikan gençliği üzerinden tüm asi gençlere mesaj veren sevimli bir filmle daha karşı karşıyayız. Palo Alto kadar iç karartıcı bir eleştiri değil ama; daha eğlenceli, daha kolay izlenimlik bir film. Müzikler güzel. (özellikle şu soundtrack'i attım favorilere.)
Palo Alto’da gördüğümüz Emma Roberts’ı burada da liseli olarak görüyoruz. (filmler arasında üç yıl var ama; Emma hala liseli. ah ah büyüyemiyor..)

'yalnız yaşarız, yalnız ölürüz. geriye kalan her şey bir yanılsamadır.'


Manhattan Love Story
#Manhattan Love Story: (Tv Series)
Summer’ın twitterda yeni/ güzel bir dizi buldum çağrısına hemen yanıt verip başladığım sevimli dizi. Henüz ilk sezonda ve sadece 4bölüme sahip güzel dizimize siz de başlayın. Manhattan ve aşk kendini her zaman izlettirir:) (kesin bilgi)

The Disapperance of Eleanor Rigby:Them
#The Disappearance of Eleanor Rigby:Them (Vizyon)
Filmekimi'nde kaçırdığım başka bir film daha. Neyse ki çok geçmeden bu hafta vizyona girdi. En yakın zamanda sinemadayım! İzleyen varsa yorumları alayım:)


Ne dinleyelim?

Tek kelime: SPOTİFY
(seçin modunuzu müziği akışına bırakın. son zamanlarda keşfettiğim en güzel şeylerden biri.)


Nereye gidelim?

Geçen gün düşündüm… kaç yıldır şu blogu yazıyorum, hiçbir yer önerisinde bulunmamışım. Oysaki arkadaşlarım beni foursquare gibi kullanır. Adeta bir google map’im. O nedenle dedim ki arada sırada birkaç yerde önereyim gitsin:)
Yeni işim malum Şişhane’de olunca (ee üst taraf AsmalıMescit-Galata olunca da tabi..) gelsin yeni keşifler gitsin sıradan mekanlar…
Her öğle arasında yeni bir yer arama sevdasına yakalanan bir adet eliften bu haftanın best’i gelsin bakalım:



#Velvet Cafe:
Tam bir vintage! Tatlılıktan ölen çok güzel bir aile tarafından işletilen bu cafe tam anlamıyla geçmişin evine misafir olmuşsunuz hissi uyandırıyor. (hele o müzede neymiş dediğiniz fincan koleksiyonu yok mu..) Üstelik sipariş ettiğiniz çay/kahveler seçtiğiniz bu yıllanmış fincanlardan biriyle sunuluyor. Tadından içilmiyor:)

(ben Sovyet Dönemi’nden kalma bir fincan seçtim en son gittiğimde. Ama aklım diğer fincanlarda da kalmadı değil..)
Duvarda asılı aile fotoğraflarına baktığımızı gördükten sonra kendilerini ve ailesini anlatan sevimli ev sahiplerini bir ziyaret edin ve vanilya kokan cafede güzel bir çay için derim. Adres için: tıktık!

…çok konuştum. Çenem düştü affedin. (eğer yazının sonuna kadar dayanabildiyseniz tabii:))
Güzel haftalar!


E.

13.10.14

Kuş Koysunlar Yoluna

Şiirlere olan düşkünlüğümü biliyorsunuz. Bazen saatlerce kendimi şiirlerin içine hapsebiliyorum. Tek bir cümleyi yüzlerce kez okuduğum bile olmuştur.
Ama şiirlerden daha çok şairlerin hayatıdır aslında beni kendine çeken. Turgut’un, Tomrise aşkı yüzünden sevdim. Cemal’in ismini kendi koyduğu sevgilisi Elif var mesela..
Sylvia Plath’den bahsetmiştim daha önce. Bugün ise 13 Ekim, yani Sylvia deyince aklıma gelen ilk ismin; Nilgün Marmara’nın ölüm yıl dönümü. (intiharının üzerinden yirmiyedi yıl geçmiş..)


“Erken vazgeçişlerim vardı benim
  Seninse
  Erken tükenişlerin

  Ve gece
  Uygun değildi beklemeye
  Yine de bekledim..

  Avucumda unutulmuş binlerce gölge
  Yeraltında öldürülmeyi bekledim
  Günışığı vururken gözüme ölmeyecektim

  Katilim yoktu
  Katilim çok.."


E.

10.10.14

Back to the Cinema

Sinema salonlarını özlemişim.. uzun zamandır sinemaya gitmiyorum. Evet ciddiyim çook uzun zaman oldu. İnsan gitmeye gitmeye gitmemeye alışıyor. (ne garip cümle oldu bu da) Eskiden önüme gelen filmlere, hiç bilmeden bile pat diye sinema bileti alırdım. Şimdi bu film sinemada izlemelik; bu film evde izlemelik ayrımına düşmüş kızdığım o insanlara dönüştüm. Kendime gelmeliyim!

Neyse ki FilmEkimi var ve sahalara dönüyorum..

Ama ondan önce muhteşem dönüşümü; David Fincher’ın muhteşem filmiyle yaptığımı söylemek istiyorum. (‘Kayıp Kız/ Gone Girl’ bugün vizyona girdi koşun!)
Ama malumunuz ben bu mütavazi blogumun yanında sineterapi.com’da da yazarlık yaptığım için BeyazPerde sağolsun bizim ekibi ön gösterime davet etti. Yani ben bu filmi vizyona girmeden; ön gösteriminde izleme şansı buldum. Anlayacağınız bir adım önünüzdeyim arkadaşlar!

Film konusundan hiç bahsetmeyeceğim. Haftasonu hala ne yapsak diyorsanız; en yakın sinema salonu nerede bi bakın derim! bana güveniyorsunuz değil mi:)


Bugün vizyon habericisi gibi oldum sanırım ama bir filmim daha var.
O da bugün (mübarek cuma günü) beyaz perdede yerini aldı. Filmimizin adı ‘Good People’. Başrollerinde.. (şimdi kızlar bi sakin olun önce) başrollerinde James Franco(!!!) ve Kate Hudson var.

‘Kendi hikayeni yazarken kahraman olmak kolay.’

Nasıl mı? Filmin nasılını bilmem ama şanssız olduğu kesin. O kadar kısır haftalar dururken en bereketli haftada vizyona giriş yaparak; adeta kurtlar sofrasına düşmüş körpecik genç kız gibi süzülüyor sinemalarda. Yer yer sıkıcı/durağan, bazen heyecanlı; yani kısaca, ortalamanın biraz üstünde koşmalı/yakalamalı bir film.


Önceliğiniz ‘Gone Girl’ olsun tabii ama buna da göz önünde bulundurmaktan zarar gelmez.

(Bir de Woody Allen filmi gelmiş.Hiç farkında değilim. Siz demeden ben diyorum.. ayıp bu yaptığın elif!  Ona da gitmeli en yakın zamanda.. )

Şimdilik benden bu kadar. FilmEkimi'nde görüşürüz o halde. İyi haftasonları..

E.


4.10.14

İyi Bayramlaar!!

Bugün bayramın ilk günü olduğunu kahvaltıdan sonra annemle kahve keyfi yaparken hatırladım. Nasıl oldu böyle bilmiyorum ama bayram ziyaretlerini ikinci güne ertelemeyi başardım bugün. Peki bugün ne mi yaptım? Bu da soru mu şimdi? film-dizi-müzik haberleriyle geliyorum..

Dün gece nasıl başladım ilk şarkıyı dinlemeye bilmiyorum ama uzun zamandır dinlemediğim Russian Red göz kırptı bana playlistten. Bu yıl yeni albümüyle tanışmamıza rağmen ben hala başa sarıp sarıp Fuerteventura dinliyorum, o ayrı. Şuan bunları yazarken de o albüm çalıyor.. I hate you but I love you.. siz de dinlesenize.

Bir film önerisi aldım geçen günlerde.. bildiğim ama izlemeyi düşünmediğim bir filmi önerdi hem de. ‘The Words’ bileniniz var mı? İsminden de çağrışım yapıldığı gibi kelimeler bana sanki film izliyor değil de kitap okuyor hissi bıraktı. Çook olağanüstü, harika! diyemem belki ama güzel bir seyirlik. (bu arada Bradley Cooper’ı Limitless ile birlikte sevmemeyi bırakmıştım; doğru bir karar vermişim. Yine iyiydi.)

Birkaç alıntı vardı filmden. Böyle ardı ardına yazmak istedim sadece:

Ne kadar istesen de geçmişi silemezsin.
Kelimelerin her şeyi mahvettiğini biliyor musun?
He şey neyse odur.
Hepimiz hayatta seçimler yaparız. Zor olan onlarla yaşamaktır.

Kelimeler ile ilgili ne çok şey varmış söylemek istediği senaristin.. ben bir tek Turgut Uyar bilirdim, kelimeler deyince. Neydi? Kelimeler albayım! Bazı anlamlara gelmiyor.


Son olarak New Girl’de artık her hafta yeni bölüm bekleyen biri olarak yeni bir diziye başlayayım dedim. Sonra aklıma kuzenimin çok sevdiği şu dizi geldi. Eskilerden yine.. NewYork hem de. Aa nasıl sen izlemedin mi onu? tepkisini duymadan önce şöyle söyleyeyim dizilerle aram her zaman bu dönem ki kadar iyi olmadı.

Böylelikle ‘Sex and the City’e başladım. Güzel gittiğini söylememe gerek yok herhalde. Tek izlemeyenin ben olduğumu bile düşünüyorken üstelik.



Şimdilik benden bu kadar. Kendinize iyi bakın!

Not*: Ben bu yazıyı yazarken telefon çaldı ve kuzenlerim geleceklerini söylediler. Bayrammış arkadaşlar bugün, unutmayalım, unutturmayalım.


E.