Oh baby baby… (Wild World/Cat Stevens)
Merhabalar!
Güzel bir şarkı, güzel bir
haftasonu ve ne güzelsin sen pazartesi sendromu!
Uzun zamandır buralardan
sesleniyordum; PATLADIM SIKINTIDAN! Evren duymuş beni ola ki al sana
dedi.. “sıkılmak mı? başını kaşıyacak vaktin olmasın da gör!”
Evde oturmaktan bunalan ben, n’olur
bugün evde oturayım diye sızlanmaya pek erken başladım. Pazar gününü tam olarak
hakkıyla yerine getirmenin verdiği tembellikle konuşuyorum.
Sınav haftam yaklaşıyor, biriken
dersler, ödevler, tez okumaları; yanında göz bebeğim N’olmus ile Sineterapi’ye
yazmam gereken yazılar; ve üstelik yepyeni gcır gıcır yeni bir işim de var. (İKSV
medya ilişkileri departmanında stajım dolu dizgin devam ediyor..)Yani arkadaşlar
kısacası; tam olarak iki ayağımı bir papuca sokmuş durumdayım.
Ama bugün Pazar! Haftasonunun tembel
çocuğu… cumartesinin evcimen abisi. Ee söyleyin bakalım neler izlediniz bugün?
Sinemaya giden? Evde film keyfi yapan? Yeni dizilere başlayan? Anlatın bakalım
ailenin sevilmeyen ikinci çocuğu Pazar’ı nasıl değerlendirdiniz? (en sevilmeyeni
tabii ki de pazartesi. Adını bir sendroma bile vermişler daha nasıl belli
edelim sevilmediğini.)
Siz düşünün bakalım ne yaptınız…
ben de o sırada size bu yoğun günlerime bile tıkıştırmayı başardığım
keşiflerden bahsedeyim…
Ne izleyelim?
(rastgele sıralandı)
#Awakenings:
Robin Williams/ idealist rollerin
adamı! Kedideli bu filmi ilk önerdiğinde izlemek için sabırsızlanmıştım.
Düşünsenize başrollerde Robin Williams ve Robert De Niro var. Aman Tanrım!! Gerçek
hayattan uyarlanmış filmler/kitaplar kurgu olmadığı için her zaman daha çok
etkiler malum. O nedenle etkilenmemek elde değil; insanlarla araları iyi
olmayanlara gelsin:)
‘bir nesne değil, bir insan
uyandırdınız. ben bir insanım. kötü hissetmiyorum ama hiç bir şey de hissetmiyorum.’
#Palo Alto:
Filmekimine giden kaç kişi var
bakalım? Bu yılın film programı on numara beş yıldızdı laf aramızda. Hala izleyemediklerim
ve meraktan çatladığım filmler var.( Mesela ‘Boyhood’u izleyemedim. Resmen
yastayım arkadaşlar.. Ethan Hawke filmini izleyemedim. düşünebiliyor musunuz bendeki
merakı..)
Amerikan gençlik filmlerine
benzerliğiyle/klişelikle eleştirilse de yönetmeni Gia Coppalo’nun ve James
Franco’nun hatırına sevdim ben bu filmi. Daha ayrıntılı konusunu merak
ediyorsanız: tıktık!
‘Ben Bob değilim!!!’
#Les Amours Imaginaries:
Vayy Xavier Dolan dediğinizi
duyar gibiyim:) evet siz de mi Xavier hayranısınız, çıkın bir adım öne.
Bang Bang dinlemeyi hep sevdim
ama; bir şarkı bir film sahnesine bu kadar mı yakışır.. Xavier’in ileri geri
gelen kamerası; güzel tespitleri; replikler.. anlatılmaz izlenir. (Momy de bir
diğer filmekimi kaçağı en yakın zamanda izleyeceğim!)
‘yenile tuşuna her bastığımda bir
kişi ölse bu dünyada kimse hayatta kalmaz.’
#You Can Count On Me:
Geçmişe gidelim o halde.. (yıl
2000) Birbirine zıt iki kardeşin samimi hikayesi. Mark Ruffalo filmlerini
incelerken gözüme çarptı; aa hadi izleyeyim dedim. İtiraf edeyim ki pişman
olmadım. Sakin sakin izleyebileceğimiz filmlerden.
‘bence kimsenin yaşamı fazladan
bir değer gerektirmez.’
#The Art Of Getting By:
Hayatta her şey mümkündür
mottosuyla; amerikan gençliği üzerinden tüm asi gençlere mesaj veren sevimli
bir filmle daha karşı karşıyayız. Palo Alto kadar iç karartıcı bir eleştiri
değil ama; daha eğlenceli, daha kolay izlenimlik bir film. Müzikler güzel.
(özellikle şu soundtrack'i attım favorilere.)
Palo Alto’da gördüğümüz Emma
Roberts’ı burada da liseli olarak görüyoruz. (filmler arasında üç yıl var ama;
Emma hala liseli. ah ah büyüyemiyor..)
'yalnız yaşarız, yalnız ölürüz. geriye kalan her şey bir yanılsamadır.'
#Manhattan Love Story: (Tv
Series)
Manhattan Love Story |
Summer’ın twitterda yeni/ güzel
bir dizi buldum çağrısına hemen yanıt verip başladığım sevimli dizi. Henüz ilk
sezonda ve sadece 4bölüme sahip güzel dizimize siz de başlayın. Manhattan ve
aşk kendini her zaman izlettirir:) (kesin bilgi)
The Disapperance of Eleanor Rigby:Them |
#The Disappearance of Eleanor
Rigby:Them (Vizyon)
Filmekimi'nde kaçırdığım başka bir
film daha. Neyse ki çok geçmeden bu hafta vizyona girdi. En yakın zamanda
sinemadayım! İzleyen varsa yorumları alayım:)
Ne dinleyelim?
Tek kelime: SPOTİFY
(seçin modunuzu müziği akışına
bırakın. son zamanlarda keşfettiğim en güzel şeylerden biri.)
Nereye gidelim?
Geçen gün düşündüm… kaç yıldır şu
blogu yazıyorum, hiçbir yer önerisinde bulunmamışım. Oysaki arkadaşlarım beni
foursquare gibi kullanır. Adeta bir google map’im. O nedenle dedim ki arada
sırada birkaç yerde önereyim gitsin:)
Yeni işim malum Şişhane’de olunca
(ee üst taraf AsmalıMescit-Galata olunca da tabi..) gelsin yeni keşifler gitsin
sıradan mekanlar…
Her öğle arasında yeni bir yer
arama sevdasına yakalanan bir adet eliften bu haftanın best’i gelsin bakalım:
#Velvet Cafe:
Tam bir vintage! Tatlılıktan ölen
çok güzel bir aile tarafından işletilen bu cafe tam anlamıyla geçmişin evine
misafir olmuşsunuz hissi uyandırıyor. (hele o müzede neymiş dediğiniz fincan
koleksiyonu yok mu..) Üstelik sipariş ettiğiniz çay/kahveler seçtiğiniz bu
yıllanmış fincanlardan biriyle sunuluyor. Tadından içilmiyor:)
(ben Sovyet Dönemi’nden kalma bir
fincan seçtim en son gittiğimde. Ama aklım diğer fincanlarda da kalmadı
değil..)
Duvarda asılı aile fotoğraflarına
baktığımızı gördükten sonra kendilerini ve ailesini anlatan sevimli ev
sahiplerini bir ziyaret edin ve vanilya kokan cafede güzel bir çay için derim. Adres için: tıktık!
…çok konuştum. Çenem düştü
affedin. (eğer yazının sonuna kadar dayanabildiyseniz tabii:))
Güzel haftalar!
E.