(Şimdi öncelikle bu yazıyı
okumadan önce bi tıktık^^.. sonrasında.. bu müzik eşliğinde
iyi okumalar dilerim efendim:))
'Amelie'
Bugün günlerden 10 Aralık/ saat:
17.30
Bilmem kaçıncı kez Amelie
seanslarımın sonuncusuyla sizlerleyim.
Herkesin mutsuz anlarında yapmayı
sevdikleri, her ne olursa olsun gülebilecekleri, sakinleşebilecekleri bir
şeyleri vardır. Amelie gibi taş sektirmekten değil belki de, ya da tatlının
üzerini kaşıkla kırmak değil ama.. ben
yazdıkça rahatlıyorum, yazdıkça dökülüveriyorum; saçılıyorum her yana. İçime hapsettiğim
her şey ani bir dışa vurum yaşıyor, kelimelerin sayesinde.
İşte bir diğeri de.. bu kızı
izlemek. Bu müzik eşliğinde, Fransa’da. -İki değirmen cafede- Cafelerde geçen
filmleri pek severim, beni az biraz tanıyanlar bunu da bilir nedenini de^^ ama
tabi durum bu filmde iki kat üç kat diye katlar her şeyi.
Çocukken zaman çok çabuk geçer. Hayallerimle
küçük dünyama büyük rüyaları tıkıştırdım ben hep küçükken. Tıpkı o bitmeyen
resimde elinde bardak tutan kız gibi, resim dışındaki her şeyi düşündüm. Hep senin
gözün çok yüksekte, heyy uçtun iyice!! Gibi tepkilere maruz kaldım bu yaşıma
kadar. Bitti mi? Hayır:) Hala uçuyorum, iniş gerçekleşemedi. Sanki uzaklardayım
gibi, farklı dünyadanmışım gibi sanki.. ya da farklıyım sadece, anormalim
belki.
Mesela hep bi telefon kulübesinden
gelen çağrıya cevap vermek isterim, bilmediğim sokaklarda kaybolmayı kayboldukça
keşfetmeyi keşfettikçe.. diye süren bir
felsefem vardır, yalnız olmaktan hem rahatsız olurum hem mest olurum,
kahve+çikolata her daim iş görür, film karesinin her hangi bir köşesini ucundan
göreyim işte koptuğum an, NewYork^^, 1950s, Bülent Ortaçgil mesela nereden geldiği
önemli değil sesi duyduğum an mıhlanır kalırım, en sevdiğim bayram bende
olmayandır mesela(Christmas), en sevdiğim renk diye bir şey yoktur mesela sadece
benim renklerim vardır, 45lik takıntısı vardır eskileri severim hep; vintage
diyorlar ya heh! O işte:), modadan pek anlamam başkasında sevdiğimi kendime
yakıştırmam, acayip hayalperestim mesela al beni vur Amelie’ye o derece.
Gerçekle yüzleşmek neden
isteyeyim ki? Hiç eğlenceli değil.. hatta çoğu kez sonu hüsran, ağlamaklı falan
bi mod değil mi? Hayal dünyamdan gerçekliğe geçerken, hep kendimi korku
tüneline binmek için jeton almış bir çocuğa benzetirim. Korkar ama çaktırmaz,
gururlu-cesur bir edayla bam güm girer tünele; sıkar dişlerini, tırnaklarını
avucuna geçirir, gözünü kapar. Karanlıkta fark edilmez ama rengide atar en
esasında. Tünel eni sonu biter tabi.. çocuk çıkar.. yürür anne babasına.. temiz
havayla birlikte elleri gevşer, ağzı hafiften açılır, ciğerleri havayla
dolar-taşar. Bi gülümsemeyle bakar ebeveynlerine.. kim bilir hangi ödülü kapmak
içindir bu maskeyi takınması. Dondurma mı? Dönme dolaba ikinci bir bilet mi? Kim
bilir^^
Hep koş derler, git, hadi ne
duruyorsun! Yakala zamanı, yakala onu! Cesur ol ya biraz, hadi hadi.. ama bir
şeyi bilmezler, ya da bilmek mi istemezler anlamam bir türlü.. Sen koşarsın ama
O istemezse asla yetişemezsin.. Ya da sadece yıldızların olduğu yere gitmek
istersin.. Temiz! İmkansız bir mutluluk çabası diyeyim şimdiden.. umudunu
baştan kırıp attım belki ama.. gerçeklerden bahsediyorduk dimi?
Hayat sonsuz tekrarlardan
ibarettir.. benim Amelie’yi tekrar tekrar izlediğim gibi, ya da aynı yemeği
tekrar tekrar yememiz gibi, ya da aynı hatayı, aynı lafı, aynı cümleyi…
Matematikten hatırlarım bu sonsuzluğu ben, önceleri çizmesi zor gelen simgenin
yan sekiz olduğunu bulduğumuzda çok mu mathaf bir şey yapmıştık ya sahi..
Sonsuzmuş işte.. Hayat bu, öyle parmak hesabına gelmiyor pek. 1 kere yaptım,
yok 2 oldu, öhh 3. kez mi daha neler… bu hayatta geçersiz eleman, olmuyor
etkilemiyor. Matematikteki ‘0’ misali… Ya yeri gelmişken bu 0’ın hali ne olacak,
ne acınası, ne silik bir karakterdir böyle..
Neyse işte.. nereden nereye
geldim ben böyle. Amelie diyordum ben en son.. benim mutlu olmak için kendime
arada hatırlattığım başucu filmlerimden.. bunca zamandır burada yazısının
olmama sebebi ise yazdığım hiçbir şeyi beğenmemem. Bugüne kısmetmiş! Bunu sevdin
mi şimdi? Bu mudur yani diyenlere gelsin… ben hep doyumsuzumdur/ huyum kurusun!
dipnot*: havalardan bahsetmek, zamanı
unutturuveriyormuş bize. Deneyelim bi.. şu sıralar parçalı bulutluya inat yağan
sağanak gibiyim.. aa dur yanlış oldu hava mı ben mi.. neyse..
dipnot**: bugün mutluluk
seansımın daha erken olmasına rağmen yayının bu saatte yapılmasının sebebi..
seanstan sonra başıma gelen birkaç bürokratik yazışmanın getirdiği mutsuzluğun
dibine dalma durumum. Neyse ki playlist’mdeki Ortaçgiller beni kendime
getirdi^^
özlüsöz*: “iki sıradan insan al,
onları birbirlerini sevdiklerine inandır ve kaynamaya bırak. her zaman işe
yarar”
özlüsöz**:”sensiz şu anki
duygularım sadece geçmişin kuru bir kabuğu olabilir”
E.
bu zamana kadar diye düşündüm,evet, en sevdiğim yazın kesinlikle bu oldu. bana da tam zamananında geldi:)
YanıtlaSilne güzel:)) öhöm öhöm.. zamanlama konusunda iyiyimdir^^
Silmimlendin elifcim :)
YanıtlaSil