11.12.12

Enginar kalbi^^


(Şimdi öncelikle bu yazıyı okumadan önce bi tıktık^^.. sonrasında.. bu müzik eşliğinde iyi okumalar dilerim efendim:))

                                                                                                                       'Amelie'

Bugün günlerden 10 Aralık/ saat: 17.30
Bilmem kaçıncı kez Amelie seanslarımın sonuncusuyla sizlerleyim.

Herkesin mutsuz anlarında yapmayı sevdikleri, her ne olursa olsun gülebilecekleri, sakinleşebilecekleri bir şeyleri vardır. Amelie gibi taş sektirmekten değil belki de, ya da tatlının üzerini kaşıkla kırmak değil  ama.. ben yazdıkça rahatlıyorum, yazdıkça dökülüveriyorum; saçılıyorum her yana. İçime hapsettiğim her şey ani bir dışa vurum yaşıyor, kelimelerin sayesinde.

İşte bir diğeri de.. bu kızı izlemek. Bu müzik eşliğinde, Fransa’da. -İki değirmen cafede- Cafelerde geçen filmleri pek severim, beni az biraz tanıyanlar bunu da bilir nedenini de^^ ama tabi durum bu filmde iki kat üç kat diye katlar her şeyi.

Çocukken zaman çok çabuk geçer. Hayallerimle küçük dünyama büyük rüyaları tıkıştırdım ben hep küçükken. Tıpkı o bitmeyen resimde elinde bardak tutan kız gibi, resim dışındaki her şeyi düşündüm. Hep senin gözün çok yüksekte, heyy uçtun iyice!! Gibi tepkilere maruz kaldım bu yaşıma kadar. Bitti mi? Hayır:) Hala uçuyorum, iniş gerçekleşemedi. Sanki uzaklardayım gibi, farklı dünyadanmışım gibi sanki.. ya da farklıyım sadece, anormalim belki.

Mesela hep bi telefon kulübesinden gelen çağrıya cevap vermek isterim, bilmediğim sokaklarda kaybolmayı kayboldukça keşfetmeyi  keşfettikçe.. diye süren bir felsefem vardır, yalnız olmaktan hem rahatsız olurum hem mest olurum, kahve+çikolata her daim iş görür, film karesinin her hangi bir köşesini ucundan göreyim işte koptuğum an, NewYork^^, 1950s, Bülent Ortaçgil mesela nereden geldiği önemli değil sesi duyduğum an mıhlanır kalırım, en sevdiğim bayram bende olmayandır mesela(Christmas), en sevdiğim renk diye bir şey yoktur mesela sadece benim renklerim vardır, 45lik takıntısı vardır eskileri severim hep; vintage diyorlar ya heh! O işte:), modadan pek anlamam başkasında sevdiğimi kendime yakıştırmam, acayip hayalperestim mesela al beni vur Amelie’ye o derece.

Gerçekle yüzleşmek neden isteyeyim ki? Hiç eğlenceli değil.. hatta çoğu kez sonu hüsran, ağlamaklı falan bi mod değil mi? Hayal dünyamdan gerçekliğe geçerken, hep kendimi korku tüneline binmek için jeton almış bir çocuğa benzetirim. Korkar ama çaktırmaz, gururlu-cesur bir edayla bam güm girer tünele; sıkar dişlerini, tırnaklarını avucuna geçirir, gözünü kapar. Karanlıkta fark edilmez ama rengide atar en esasında. Tünel eni sonu biter tabi.. çocuk çıkar.. yürür anne babasına.. temiz havayla birlikte elleri gevşer, ağzı hafiften açılır, ciğerleri havayla dolar-taşar. Bi gülümsemeyle bakar ebeveynlerine.. kim bilir hangi ödülü kapmak içindir bu maskeyi takınması. Dondurma mı? Dönme dolaba ikinci bir bilet mi? Kim bilir^^

Hep koş derler, git, hadi ne duruyorsun! Yakala zamanı, yakala onu! Cesur ol ya biraz, hadi hadi.. ama bir şeyi bilmezler, ya da bilmek mi istemezler anlamam bir türlü.. Sen koşarsın ama O istemezse asla yetişemezsin.. Ya da sadece yıldızların olduğu yere gitmek istersin.. Temiz! İmkansız bir mutluluk çabası diyeyim şimdiden.. umudunu baştan kırıp attım belki ama.. gerçeklerden bahsediyorduk dimi?

Hayat sonsuz tekrarlardan ibarettir.. benim Amelie’yi tekrar tekrar izlediğim gibi, ya da aynı yemeği tekrar tekrar yememiz gibi, ya da aynı hatayı, aynı lafı, aynı cümleyi… Matematikten hatırlarım bu sonsuzluğu ben, önceleri çizmesi zor gelen simgenin yan sekiz olduğunu bulduğumuzda çok mu mathaf bir şey yapmıştık ya sahi.. Sonsuzmuş işte.. Hayat bu, öyle parmak hesabına gelmiyor pek. 1 kere yaptım, yok 2 oldu, öhh 3. kez mi daha neler… bu hayatta geçersiz eleman, olmuyor etkilemiyor. Matematikteki ‘0’ misali… Ya yeri gelmişken bu 0’ın hali ne olacak, ne acınası, ne silik bir karakterdir böyle..

Neyse işte.. nereden nereye geldim ben böyle. Amelie diyordum ben en son.. benim mutlu olmak için kendime arada hatırlattığım başucu filmlerimden.. bunca zamandır burada yazısının olmama sebebi ise yazdığım hiçbir şeyi beğenmemem. Bugüne kısmetmiş! Bunu sevdin mi şimdi? Bu mudur yani diyenlere gelsin… ben hep doyumsuzumdur/ huyum kurusun!


dipnot*: havalardan bahsetmek, zamanı unutturuveriyormuş bize. Deneyelim bi.. şu sıralar parçalı bulutluya inat yağan sağanak gibiyim.. aa dur yanlış oldu hava mı ben mi.. neyse..

dipnot**: bugün mutluluk seansımın daha erken olmasına rağmen yayının bu saatte yapılmasının sebebi.. seanstan sonra başıma gelen birkaç bürokratik yazışmanın getirdiği mutsuzluğun dibine dalma durumum. Neyse ki playlist’mdeki Ortaçgiller beni kendime getirdi^^

özlüsöz*: “iki sıradan insan al, onları birbirlerini sevdiklerine inandır ve kaynamaya bırak. her zaman işe yarar”

özlüsöz**:”sensiz şu anki duygularım sadece geçmişin kuru bir kabuğu olabilir”


E.

3 yorum:

  1. bu zamana kadar diye düşündüm,evet, en sevdiğim yazın kesinlikle bu oldu. bana da tam zamananında geldi:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ne güzel:)) öhöm öhöm.. zamanlama konusunda iyiyimdir^^

      Sil
  2. mimlendin elifcim :)

    YanıtlaSil