(Yağmur en çok geceye
yakışıyor; mutsuzluk gibi. Siyah eğreti durmuyor üstümde. Geceleri uyumak da
iyi gelmiyor. Üstelik saat gece yarısını çoktan geçti..)
…
Sabah ezanına beş kala, hala
uyuyamamıştı. Yatakta bir sağa bir sola dönmekten yoruldu, biraz da susadı
sanırım bir çırpıda yataktan kalktı. Evdekileri uyandırmamak için ses
çıkarmadan yürümeye çalışıyordu en ufak baskıdan gıcırdayan tahtaların üstünde.
O kadar sessizdi ki kendi sessizliğinden korktu. Karanlıkta el yordamıyla
bulduğu mutfağın ışığını açtığında, karanlığa alışan gözbebekleri büyüse mi
küçülse mi bilemedi. Dolabı açtı; ama su şişesi boştu. Oysa annesi hep derdi ‘şu
şişeyi boş koymayın dolaba!’ Hiç mi kimse dinlemez bu sözü? Damacanadan
doldurduğu oda sıcaklığında ılımış suyu gönülsüz içti.
Boş bardağı masaya koyar koymaz sabah
boşluğunda yankılanan ezan sesini duydu. Ürperdi. Oldu olası sabahları ezan
sesi ona hüzünden başka bir şey vermemişti. İyice sokağı dinleştirdi; birkaç motor
sesinden başka hiçbir ses yoktu ezanın o kuvvetli seslenişine arkadaş olacak.
Mutfak kapısında öylece kaldı. Sokağı daha iyi dinlemek için açtığı pencere ile
salonun balkon kapısı cereyan yapıyordu. Ezan çok uzun sürdü. Ya da ona öyle
geldi. Bittiğinde sadece hızlı hızlı aldığı nefesini hatırlıyordu. Bozuk motorun
sesiyle yaklaşan o kamyonun tangırtısını duymasa; kendi nefesi yüzünden
ölecekti.
Sonra bakkalın çırağı bağırdı. ‘Orhan
Abiii! Kamyon geldi!!’
(Ve uyandı.)
E.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder