Öhö öhö..
Hastalık sezonunu açıyorum.. ve
size pofidik yastık ve yorganımın arasından sesleniyorum. Hem de haftanın
ortancası Çarşamba günü.
Boğazım öyle bir ağrı içinde ki
konuşmak çok zor geliyor; bahanem de hazır olduğu için tabii ki bugün okula
gitmedim (ya 1 saatlik ders için gidiş dönüş 3 saat yol çekilir mi sorarım
size?), annemin hazırladığı mis gibi kahvaltımın arkasından, binbir çeşit
bitkiyle yaptığım şifa çayımı içerken kenara ayırdığım filmimi izledim. Ve
şimdi buradayım! (zaten Mia’nın blog alemine geri dönüşü ben de bi ‘hoop hadi
sen de’ gazı vermedi desem yalan.)
Size güzel film önerilerim var
tabii ki.. birazdan sıralayacağım hepsinii.
Geçen yazımda Boyhood’u izlemek
istiyorum demiştim ya.. Evet, izledim arkadaşlar. Ve kelimenin tam anlamıyla
bayıldım! Durum filmlerini sevenler için şiddetle tavsiyemdir. Ama yok siz ‘izle izle sonunda anlamsızca bitsin, ne
anlarım ben o filmden’ diyen bir giriş-gelişme-sonuç izleyicisiyseniz boşverin:) daha ayrıntılı bir yorum istiyorsanız: tıktık
(Ethan Hawke’dan vazgeçemeyen
yönetmen Richard Linklater’ı sırf bu yönünden dolayı bile çok seviyorum:))
*Two for the Road:
80ler 90lar sineaması benim için
hep bir numara olsa da.. Audrey Hepburn’a olan hayranlığım nedeniyle daha
önceki yıllarla da aramı fazla açmıyorum doğrusu. Çoğu Hepburn filmini izlememe
rağmen, bu filmi atlayıvermişim.. Film dönemine göre değerlendirildiğinde çok
güzel bir kurguya sahip; hatta flashbacklerin babası sayılabilecek türden.
Özellikle evlilik kurumuna getirdiği eleştiriler ile tadından yenmiyor.
‘bitenin bitmiş olduğunu görmek cesaret işi’
*Third Person:
Ünlülerin fazla olduğu bir kadro
ile göz dolduran filmimiz; NewYork/Paris/Roma üçlüsünde geçiyor. Aynı zamanda
da üç farklı hikaye var. Bu arada, finalini tek seferde anlarsanız ses verin! Ben
tam olarak anlamak için 3 kez izledim:)
‘bilmediğim şeyler hakkında yazarım, anlamadığım şeyleri ise
kurgularım.’
*Aşkın Ömrü 3 Yıldır (l'amour dure trois ans):
Takip ettiğim bloglardan biri
olan, minikmini’nin filmi yorumlamasının ardından bir merak ettim. Ve geçen gün
izledim. Nasıl mıydı? Ne sevdim ne sevmedim..
Bukowski’nin sözleriyle başlayan
film o kadar yüksek başladı ki; sonrasında gelişen hikaye, replikler vs. o
yüksekliğe çıkamadı ben de. Beklentim fazla uçmuştu oysa ki..
‘evliler öğle yemeği, aşıklar akşam yemeği yerler.’
*What If
Bu sabah izledim. Sıcağı sıcağına
yazıyorum.. Kadın-Erkek arkadaş olabilir mi? Uzaktan ilişki yürütülebilir mi?
gibi soruların temelinde olduğu klasik bir romantikli film. Klasikleşen
konuların kombinasyonlarını izlediğimiz için artık, bu konu bana eleştirilecek
bir şeymiş gibi görünmüyor. Bu tarz filmlerde benim aradığım tek şey, beni
içine çekmesi. Belki çiftlerin uyumu, belki filmin çekildiği şehir, fonda çalan
şarkı vs. neyse. What If’i sevdim ben!
:D
Televizyonda ‘kampüsistan’ın tekrar bölümlerine denk gelmemle birlikte,
kendimi 90lara ve 2000lere vurdum ve tüm dizilerin jeneriklerini izledim:) bu
nedenle de sabah başladığım yazıyı ancak şimdi sonlandırabiliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder