27.7.14

Uyku da kim?

Selam!
Saat:04:45 (henüz uyumadım)

Part I.

Bu aralar okuduğum bir kitap var, orada diyor ki.. “hakiki bilgi, karanlıklar içinde uykusuz beklemekten ibarettir.” Boşuna konuşmuyorum arkadaşlar ben, uyku pek iyi bir şey değil. Boşverin..

Şimdi bu bilmiş kitap da neyin nesi? ..sordunuz diye var sayıyorum. ‘Çürümenin Kitabı’ Emil Michel Cioran’ın intihar kitabı. Evet doğru duydunuz. “bütün kitaplarım başarısız intiharlarımdır” diyen kişi ta kendisi. Aslında söylemek istediği: “fazla yazdım, tek bir kitap bile yetebilirdi” (…)

Evet şimdi ben bu kitabı okuyorum. Yoo yoo iyiyim, gerçekten. Biraz hayattan soğudum o kadar. Ama okudum. Okuyorum, sabah olmadan bitecek. Sonra unutacağım. Ama unutmak istemiyorum. Ee ne de olsa melankoli egoizmin düş hali. Ben de pek bi hayalperestim. Hep tek çocuk olduğum için. Orta okulda ingilizce hocam öyle demişti. Tek çocuklar çok hayalperest olur. Neydi bunun ingilizcesi? ‘imaginative’

Unutmamak için çizdim ben de.. evet çizdim. Biliyorum hiç yapmazdım, kıyamazdım ben kitaplarıma. Küçük notlar aldığım kağıtlar koyardım kitap aralarına, çözüm yolunu böyle bulmuştum. Ama bir gün biri aklıma bir kılçık kaçırdı. Ya düşerse kağıtlar? Yoo niye düşsün ki dedim ama şeytan dürttü bir kere işte.. ben de bu kez yenildim. Ve çizdim. Suçlar gözlerle bakmayın bana. Kurşun kalemle haififten.. bunları unutamazdım. Zorundaydım. Anlıyor musunuz?

Biraz alıntı yapmak isterdim aslında ama seçemedim.. ee alın okuyun!

Dayanamadım. Bir tane gelsin..
“Alışkanlık var olma şaşkınlığımızı köpürtür: oluruz –ve bunun üzerinde durmayız, var olanlar sığınağındaki yerimizi doldururuz. “


Part II.

Şeytanın bacağını fena kırdım arkadaşlar! Vee film izledim.. hem de bir değil iki değil üç!

Ayrı ayrı anlatmak zor şimdi. Üstelik nerdeyse sabah oldu. Ama diyebilirim ki üç tane birbirinden alakasız film izledim. İlki Dostoyevski uyarlaması The Double (Farklı. Sanırım başka bir çeşitleme yapamadım. Bağımsız yapımlardan ve kanada filmlerinden hoşlanıyorsanız bir bakın. Ben çok sevdim.); diğeri hala vizyonda sanırım The Other Woman (Cameron Diaz var. ee malum ya aksiyon ya romantik komedi de gördüğümüz için kendisini filmin türünü tahmin etmede pek zorlanmadım. Klasik yeni yetme bir romantik komedi. Beğendim mi.. ehh); sonuncu filmim Garden State (2004 yapımı bir film, diğerlerinden biraz daha eski. Aslında film güzel, müzikler iyi! ama ben sanırım filmin yarısında bir koptum, sonra toparlayamadım. Ondan pek ısınamadım. Ama siz de bir deneyin belki seversiniz.)



Part III.

Ya bırak Allah aşkına! ne kitap ne film ne dizi.. aç müzik dinle. Gecenin bu saatinde en güzel bu gider.
Aynen.. Hala uyumayan birileri var mı? Size gelsin.. (tadımlık bir playlist)

Uyuyanlar.. size sesleniyorum. Neydi? Hakiki bilgi, karanlıklar içinde uykusuz beklemekten ibaretti. Bunu unutmayın. Çizin altını, bak benden söylemesi..


E.

21.7.14

Bugün de yazın geldiğini anlamadım!

İzleyecek film seçemeyince ben:
Yine uykusuzluk halleri.. bu bunaltıcı havada kim uyur ki zaten? Böyle havalarda içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor. O kadar huysuz oluyorum ki hatta film seçemiyorum.. o mu bu mu şu mu derken kendimi bi kaosun içinde buluyorum. Şöyle böyle derken de uyuyakalıyorum işte. (ama daha var, gün aydınlanmadan asla!)

Böyle işte.. sanki dünyada hiç film kalmamış gibi bir ruh haline bürünüyorum. İçimde saklanan maymun iştahının tümü devreye giriyor. Yani şöyle ki.. imdat!

Misal.. tam olarak böyle bir yaz ayında Friends yetişmişti imdadıma.. Sonra aynı hızda HIMYM girdi hayatıma..(yine başka bir sıkıcı yaz gecelerinin birinde) ve tabii bu yıl soğuk kış gecelerini uykuyla boşu boşuna harcamadım ve neden ilk sezondan sonra o kadar ara verdiğimi anlamadığım Fringe ile avundum. Ee hal böyle olunca da bünye alıştı tabi.. her zora düştüğünde diziye sarılmaya. Yalnız şöyle bir durum var ki benim bir diziye başlamam devenin hendek atlamasından zor. Ama işte gel gör ki başlayınca da durmak nedir bilmiyorum.

Şimdi şu an içinde bulunduğumuz sıkıcı temmuza dönersem..
Bir hafta önce: çaresizlik içinde yeni bir dizi arayışına girdim. Ufak çaplı (ilk iki bölüm) denemelerim oldu, şimdi isim vermeyeyim. Ama pek ısınamadım. Aradım taradım yok, yok arkadaş.. şöyle Dawson’s Creek tadında bir şey bulamadım. (bir zamanlarımın vazgeçilmeziydi) Sonra dedim ki kendi kendime.. ya sen nasıl blogersın. Ohoo senin bir sürü dizi delisi blog arkadaşın var, aç bak sor soruştur. Tam o sırada, hemen bir tıktık yaptım:) tek vuruş, işlem tamam. Yeni dizim : Felicity!



Tabii ki eski bir dizi. Popüler dizi takibi konusunda biraz beceriksizim malum. 90lı yılların sonu. Çok uzağa gitmedim endişelenmeye gerek yok. (hem zaten ben yanlış zamanın insanıyım, şöyle bir yirmi yıl önce doğacaktım. hep diyorum.) Neyse işte.. iki gün önce başladım. ve bugün ilk sezonu yarıladım sanırım. (diyorum ayarım yok diye) Aradığım tadı buldum mu? Fazlasıyla..

Çok konuştum.. biraz ara! bir bölümlük New York'a kaçtım ben!

Aaa.. bir dakka! Size bir haberim var, unutuyordum..***

Filmlerle olan diyaloğumu seven, spoilerle olan düşmanlığımı bilen herkese bir duyurum var!!  Artık sadece bu ufacık tefecik blogumda değil, daha büyük bir ailenin içinde de konuşacağım bol bol.. Eğer olur da bu kız ne yaptı nereye gitti diye merak ederseniz arada sırada oraya da beklerim. -> tıktık!

E.


10.7.14

Geyik / muhabbet..

Ohoo resmen bir ay olmuş buralara uğramayalı!
Sınavlardı, baloydu, mezuniyetti (gerçekten mezun olsam, gam yemeyeceğim de nerdee), kısa bir tatil kaçamağıydı derken.. yazmayı geç, hiç bakmamışım bile.

Şimdi gelelim ben ne yaptım bu geçen zamanda? Valla şöyle bir bakıyorum da o yoğunluğa ben yine bir sürü film tıkıştırmayı başarmışım; bir de dizi; bi de okuduğum kitapları sayarsak; ee bi de malum dünya kupası.. başarılı diyebilirim galiba. (derslerin de hepsinden geçseydim çok daha iyi olurdu da neyse, ne yapalım bir yıl daha çekilecek derdimiz varmış)

Ee o zaman! bugün döndüğüm ve hiç özlemediğim istanbul ve siz blogerlar merhabayın! (ya bi büyük ev ablukada konseri olsa da gitsek!)

Bugün öyle çok elle tutulur, ağız dolusu cümleler beklemeyin benden. Evde tek başına oturup arjantin-hollanda maçının uzamasını dileyen, o denli canı sıkılan bir elif konuşuyor bugün. Geyik muhabbet falan işleri..
(her zaman favorim tabii ki almanya da hollandanın finale çıkamamasına bir burulmadım değil)

Ee neler mi oldu?
Bu aralar eski filmlere sardım. Daha doğrusu eski film demek yanlış; daha önce izlediğim filmler desem daha yerinde olur sanırım. Heh işte onlara fena halde sardım. Ya malum hepiniz biliyorsunuz benim Ethan Hawke’a olan hayranlığımı, ee hal böyle olunca tüm filmlerini izleyen ben bu son bir ayda sevdiğim filmlerin üstünden geçiverdim bi.. ne mi bunlar? ‘Before serisi’ tabii ki; ‘reality bites’ (!) olmazsa olmaz vee ‘gattaca’!

Sonraa bunun dışında; festivalde izleyemediğim ‘the grand budapeşt hotel’ini, ne zamandır izlemek istediğim ama süresi çok uzun geldiği için bir türlü cesaret edip başlayamadığım ‘korkak robert fordun jesse james suikasti’ini; nasıl atlarım ben bu filmi dediğim 93 yapımı ‘Benny&Joon’u.. ve daha aklıma gelmeyen bir çoğunu.. aa dur dur! Bugünü unuttum. ‘as good as it gets’ (!!)

Uzun zamandır izlememiştim, obsesif huysuz Melvin’i ve o sevimli köpek Verdell’i. (yarı final maçında golsüzlükten sıkılan ben, kendimi Jack Nicholson’un harika oyunculuğuna bıraktım. Gerçi sonra dayanamadım ve filme ara verip maçı izledim ama.. neyse!)
-filmlerle ilgili daha ayrıntılı bir şeyler yazarım diye umut ediyorum..-

Ne mi okudum?
Her ay olduğu gibi OT dergisinin bu ayki sayısını. (artık Burak Aksak ve Emrah Serbes yazsın amaa! diye isyan edicem!) Benim otlak için gönderdiğim nacizane hikayemi yayınlamasalar da her zamanki gibi güzeldi, kuşkusuz.

Başkaa.. Gösteri Peygamberi (Dövüş Kulübü severlere tavsiyem!); Dorian Gray’in Portresi (klasikler her zaman güzeldir!); Yabancı (Sonunda okudum bi Albert Camus).. sanki bir iki tane daha vardı ama hatırlayamıyorum. Ve dürüst olmak gerekirse içeri gidip kitaplığıma bakmak zor geliyor, tembellik işte. Hee bir de dün dayımın kitaplığından gözüme kestirip taa istanbula kadar getirdiğim Bir Düğün Gecesi ( ee bir de Adalet Ağaoğlu okuyalım..) yeni başladım sayılır..

Daha ne vardı? Hııı.. Dizi heh dizi! Şu aralar favorim Downton Abbey!!
HIMYM da Marshall ile Lilly izlerken aklımı çelmişti çelmesine de bu kadar bağlayacağını düşünmezdim. Sınavlar nedeniyle son sezonuna başlayamamıştım; artık birkaç güne bitiririm. (İngiliz ironisini seviyorsanız, bi bakın derim!)

Sanırım bu kadar.. beni bıraksan sabaha kadar konuşurum, pek uykum da yok ama şimdi gereksiz uzun yazıp sizi de sıkmayayım. Hem uzun görürsünüz hiç okumazsınız falan.. zorlamayayım  şansımı dimi?
Aa son olarak. Dünya kupası var tabii! tahminler var mı? ne diyorsunuz Almanya mı Arjantin mi? Hii.. ben mi? benim oyum belli, hala mı soruyorsunuz..  renk belli arkadaşlar: Deutschland(!) tabii ki..

Bu da gecenin şarkısı olsun!: tıktık

dipnot* görsel yok. (bu kadar şeye görsel ara ara bitmez, anlayın beni!)


E.

8.6.14

Yine gel Nurettin!

“özlemişim lan seni,” dedi. “küçük faşo, gir içeri.”

Afili Flintaları bilen bilir bu hikayeyi; Emrah Serbes'i ilk kez sevdiğimiz zamanlardı. İşte onların başında gelirdi “üst kattaki terörist”. Şimdi bilenlerin yüzünde ufak bir gülümseme belirdi dimi? hayalinde canlandırdığı o küçük Nurettin'in kendinden on yaş büyük sözlerini hatırladınız mı?

Beş sene önce abisi şehit olmuş Nurettin'in, o gün başlamış kürtlere olan düşmanlığı. Tüm kürtleri terörist bellemiş, intikam yemini etmiş -7 yaşındaymış henüz- Sonra gün gelmiş üst kata kürt bir öğrenci taşınmış.. yazık Semih’e, bula bula Nurettin’in üst katını bulmuş taşınacak. Ee insan komşusunu seçemiyor tabii!


..
Bu oyunun prömiyerinden beri arkadaşlarıma yalvarıyorum. "Yahu noluur biriniz benimle gelsin, bakın valla hikaye çok güzel sıkılmazsınız; yok ya gerçekten öyle sanatsal bir metin değil gayet siyasi; ya naptın be!, siyaset okumamla ne alakası var şimdi bunun; hem Emrah Serbes yazmış hikayeyi diyorum sıkılman im-kan-sızz!; ama hadii ya insan arkadaşı için çiğ tavuk yer.."

Diye diye dilimde tüy bitti. Hem zaten ikinci kat bir. krek iki. gidemediğim oyunlar listesinde hep en baştalar. Hadi krek’in sahnesi uzak, ikinci kattan ne istedim yıllarca; ne zorum vardı bu kadar bekleyecek bilmiyorum. Sanki daha önce hiç yalnız gitmedim bir oyuna..

Neyse o dil dökmelerim sonunda işe yaradı; ee en azından boşuna konuşmamışım. Vee çok uzatmadan bileti aldık, cuma akşamı da izledik gitti. (İkinci Kat’ın Karaköy'de olduğunu biliyordum da bu kadar derinliklerinde saklandığını bilmiyordum; hiç abartmıyorum tüm Karaköy halkı seferberlik ilan etti adeta ve el birliğiyle bizi tiyatroyla buluşturdular. Buradan tüm Karaköy esnafına teşekkürlerimizi iletiyorum. İyi ki varsınız! yoksa biz 'o sokakta tiyatro olmaz ya' deyip çoktaan geri dönmüştük.)

*Oyun tek kelimeyle harika!. Küçük Nurettin'i oynayan yetenek bombası Denizhan Akbaba’ya ise söyleyecek söz bulamıyorum gerçekten. (oyun biraz düşük başlıyor gerçi ama sonuna doğru o kadar kaptırıyorsunuz ki hikayeye, sonuna geldiğinizde konuştuğunuz en son şey bu oluyor.)

Eve döndükten sonra eleştirileri okuyayım dedim, kim ne demiş, nasıl bulmuş oyunu.. gitmeden önce okumamıştım; malum bazı eleştirmenler insanın içindeki bütün şevki kaçırıp, ön yargı edinmesine neden oluyorlar. (bazı eleştirmenler pek bi gaddar oluyor şimdi doğruya doğru) Döndükten sonra okumak en güzeli! Demişler ki.. 'çocuk çok hızlı konuşuyor.anlaşılmıyor çoğu dediği' Ya Allah aşkına yapmayın, evet hızlı konuşuyor da çocuk tüm oyunu sırtına alıyor be, hızlı konuşsun kaç yazar? Bırakın hızlı konuşsun!

*anne (Banu Çiçek Barutçugil) en gerçeğiydi ama şimdi; gözlerimin dolmasına neden oldu. Yahu nasıl bir ağlamaktır o? Nasıl gerçek? Kendimi Nurettin gibi ağlamamak uğruna gözlerimi aşağı yukarı devirirken buldum; sonra bir baktım sağım solum arkam önüm.. herkes benim gibi gözlerini fal taşı gibi açmış, tavana bakıyor ağlamamak için.

*en güzel sahne! Nurettin’in üzerinde çarşı yazan sweatshirtle ağır çekimde polislere çemkire çemkire koşmasıydı herhalde. (o zamana kadar eğer hikayenin Emrah Serbes'e ait olduğunu bilmeseydim; yemin ederim o sahnede anlardım. Kesinlikle anlardım. Hem zaten bu kadar ağız dolusu ama yerinde küfür etme yeteneğine sahip ondan başka biri var mı? Sanmam.)

Gittik. Şehrimizdeki ilk yök karşıtı eylem. 26 öğrenci, iki kürt, bir türk milliyetçisi, altmış çevik kuvvet polisi, yirmi özel güvenlik görevlisi ve her an müdahale etmeye hazır takviye esnaf kuvvetlerinin katılımıyla gerçekleşti. Polisler grubu çembere alıp ellerindeki biber gazlarını sıkmaya başlayınca herkesin gözleri doldu.
Öne çıktım, “göz yaşartıcı gaz sıkmanıza gerek yok” dedim. “arkadaşlar zaten yeterince duygusal insanlar.”

Sezon bitimine az kaldıı! Haziran sonuna kadar İkinci Kat’ta hemen gidin, kesinlikle gidin, valla bak kaçırmayın! Gidin! 


E.

5.6.14

3:32''

(Yağmur en çok geceye yakışıyor; mutsuzluk gibi. Siyah eğreti durmuyor üstümde. Geceleri uyumak da iyi gelmiyor. Üstelik saat gece yarısını çoktan geçti..)

Sabah ezanına beş kala, hala uyuyamamıştı. Yatakta bir sağa bir sola dönmekten yoruldu, biraz da susadı sanırım bir çırpıda yataktan kalktı. Evdekileri uyandırmamak için ses çıkarmadan yürümeye çalışıyordu en ufak baskıdan gıcırdayan tahtaların üstünde. O kadar sessizdi ki kendi sessizliğinden korktu. Karanlıkta el yordamıyla bulduğu mutfağın ışığını açtığında, karanlığa alışan gözbebekleri büyüse mi küçülse mi bilemedi. Dolabı açtı; ama su şişesi boştu. Oysa annesi hep derdi ‘şu şişeyi boş koymayın dolaba!’ Hiç mi kimse dinlemez bu sözü? Damacanadan doldurduğu oda sıcaklığında ılımış suyu gönülsüz içti.

Boş bardağı masaya koyar koymaz sabah boşluğunda yankılanan ezan sesini duydu. Ürperdi. Oldu olası sabahları ezan sesi ona hüzünden başka bir şey vermemişti. İyice sokağı dinleştirdi; birkaç motor sesinden başka hiçbir ses yoktu ezanın o kuvvetli seslenişine arkadaş olacak. Mutfak kapısında öylece kaldı. Sokağı daha iyi dinlemek için açtığı pencere ile salonun balkon kapısı cereyan yapıyordu. Ezan çok uzun sürdü. Ya da ona öyle geldi. Bittiğinde sadece hızlı hızlı aldığı nefesini hatırlıyordu. Bozuk motorun sesiyle yaklaşan o kamyonun tangırtısını duymasa; kendi nefesi yüzünden ölecekti.  

Sonra bakkalın çırağı bağırdı. ‘Orhan Abiii! Kamyon geldi!!’


(Ve uyandı.)



E.