Ooooo yeni yılın ilk yazısı
geliyoor!!
Yeni bir yılın ikinci gününden
herkese merhaba! Nasıl geçti yılbaşı? Çılgınlar gibi eğlendiniz mi yoksa
pijamalarınızla televizyon karşısında pinekleyenlerden misiniz? –benim gibi.
Neyse ki yeni yılın ilk sabahına baş ağrısıyla uyanmayacak kadar çok çay içtik.
Yeni yıl benim için yeni yaş
demek. 1 Ocak doğumlular anlar beni; hem çok güzel bir gündür doğmak için hem de koskoca yılda bula bula bugünü mü
buldum ben! diye söylenmeme sebeptir yıllarca. Saat onikiyi vurduğunda
arkadaşlarım yeni yıl dilekleriyle birlikte doğum günümü de kutlamaya
başlarlar.
Böyle işte.. ben de bir yaş daha
yaşlanmamın şerefine kendimi günlerdir orantısız derecede filmlere vurdum. Üstelik
finallerim kapıda. Vicdan azabımla iyice yüzgöz olmuş halde; yeni film
arayışına girmeden buraya bir uğrayayım dedim.
Her yıl film listeleri yapardım
kendime lisedeyken. İzledikçe de yanına tik atardım. Böyle böyle çok fazla film
izledim. Tüm lise hayatım interneti sınırsız olan arkadaşlarıma film listeleri
hazırlamakla geçti. Sonra üniversiteye başladım; onunla birlikte de garsonluk
kariyerim başladı tabii ki. Para kazandıkça dvd aldım. Aldım da aldım.. sonra
bir baktım duvarda raf yapacak yer yok. Filmler, kitaplar taşıyor; ee tabii bu film
aşkına para da yetmiyor. İnterneti sınırsız yapıp faturayı aile bütçesine
ekleyip kurtuldum:) O zamandan beri listelere sadık kalamıyorum. Anlık film
tercihleriyle günler geçip gidiyor işte.
Bazen bir yönetmene bazen bir
türe bazen bir ülkeye bazen de bir aktöre takılıyorum. Sonra bir bakmışım ardı
ardına filmleri sıralamışım. Woody Allen, John Hughes, Richard Linklater, Audrey
Hepburn, Marion Cotillard, Ethan Hawke, Robert De Niro, Winona Ryder, Audrey
Tautou… daha aklıma gelmeyen bir çok ismin dahil olduğu filmler sadece o isimler
olduğu için izlendi mesela. (bu da benim huyum işte!)
Bu aralar da kafayı Mark Ruffalo’ya
taktım. Yani zaten kendisini severdim, bir çok filmini de izlemiştim ama
nereden estiyse bir yerlerden esti. Açtım imdb sayfasını ve tüm filmlerini
izlemeye ant içtim. Ve sanırım mutlu sona ulaştım.
Bu kadar gevezelik yeter, sadete
gel film öner bize diyorsunuz biliyorum.. pekii o halde 2015in ilk film
önerileri geliyoor!!
#Magic in the Moonlight
Eveet.. bir adet Woody Allen
filmi ile başlıyoruz. Colin Firth’ün o güzel İngiliz aksanı ve Emma Watson’ın
doğal güzelliğiyle, Allen’ın zekası birleşince eğlenceli bir filmin ortaya
çıkmaması imkansız. Artık klasikleşmiş bir Woody Allen tarzını birebir yansıtan bir film.
Her filmde ya
kendini ya da başka bir yüzde Woody Allen’ı görmeye alışmış biz Allen severler
için sanırım Colin Firth’e bürünmüş bir Woody Allen görmek çok güzeldi doğrusu.
(her filmde Tanrı’ya inanmayan bir karakter barındıran filmlerinden aşikar
olduğum Allen bu filmde biraz tersköşe yapsa da şaşırtmadı. ama bir an Woody
Allen imana mı geldi acaba? diye düşünmedim değil.)
Hayatına biraz daha yalanların
girmesine müsaade ettiğinde.. mutluydun!
#Girl, Interrupted
Hoop geçmişe gidiyoruz. Yıl 1999.
Başrollerde Winona Ryder ile Angelina Jolie.
Tek kelimeyle bayıldım. ‘Guguk
Kuşu’nun kadın versiyonu olmuş.’ gibi eleştirilere katılmıyorum. Evet bir akıl
hastanesinde geçmesi insana Guguk Kuşu’nu ve Jack Nicholson’ı hatırlatıyor
olabilir. Ama bu demek değil ki, her akıl hastanesinde geçen filmi onunla
kıyaslayalım. Karakterlerin çok güzel yansıtıldığı, derine inilmese de bir çok
karakterin hikayesine de değinildiği; ruhu olan filmlerden. Dönemin siyasetinin
gölgesinde yaratılan klasik bir amerikan ailesinde; bir genç kızın kendini
bulmasını izliyoruz. (Winona Ryder için açtığım filmi; bir baktım Angelina
Jolie hayranı olarak bitirdim. Kesinlikle Jolie’nin en başarılı performansı.)
Hissetmek istemediğinizde, ölüm
rüya gibi gelebilir.
#We Don’t Live Here Anymore
Yukarıda bahsettiğim gibi; Mark Ruffalo
filmlerine bakarken, isminin ve imdb’deki fotoğraflarının ilgimi çekmesiyle,
kendimi bu filmi izlerken buldum. (Türkçeye ‘Aşk artık burada oturmuyor’ diye
çeviren kişiye buradan selamlar gönderiyorum.)
2004 yapımı bir film. İlişkiler,
arkadaşlıklar, evlilik, aldatma, sadakatsizlik gibi kadın ve erkeği yakından
ilgilendiren konuları realist bir şekilde izlemeyi seviyorsanız, bu sizin
filminiz olabilir. (ayrıca Last Night’ı da önerebilirim.)
Rüya gibi bir hayat anlatan çerez
filmleri de severim; eğlenirim gülerim ama derlerse onlar mı yoksa böyle
gerçekçi filmler mi? Her zaman bu filmler beni daha derinden etkilemişlerdir.
Polyannacılık oynamaktansa içime oturan repliklere sahip bu filmleri tercih
ediyorum. (Mark Ruffalo’nun oynadığı karakter ise favorim.)
Eğer seni sevmeseydim başka
birini sevmek zorunda kalırdım.
#13 going on 30
İşte çerez bir film! Doğum günümün
sabahı, yeni yılın ilk kahvaltısının ardından kahve yanı tatlı niyetine bir
film seçtim. Vee yıllar önce izlediğim bu filmi tozlu raflardan çıkardım. Hepimizin
Pazar sineması olarak televizyonlardan bildiği ‘Keşke 30 Olsam’ı izledim.Bu yıl
pastamın üstünde ne dilesem acaba diye düşünmeden önce; ne dilememem gerektiğini hatırlatması için güzel bir tercih oldu. Bir de üstüne eğlendim. Daha güzel bir doğumgünü düşünebiliyor musunuz?
Bence hepimiz unuttuğumuz bir
şeyi tekrardan hissetmek istiyoruz.
#The Brothers Bloom
Yaklaşık bir saat önce bitirdim
Ve sıcağı sıcağına yazıyorum. Şimdi bu film için üç şey söyleyeceğim: Başrollerde
Mark Ruffalo ve Adrian Brody var, hem de bu iki tatlı insan dolandırıcı
kardeşler vee son olarak filmin bir bölümü Prag’da geçiyor!! Daha ne olsun:)
Dolandırıcılık üstüne olan
filmlere sempatim, Oceans serisinden sonra başlamıştı. O filmlerin üstüne başka
film tanımasam da bu tarz filmleri çok izledim. The Brothers Bloom, Oceans’ın
önüne tabii geçemedi ama artık benim için diğer filmler Bloom Kardeşlerle de
yarışıyor olacak:)
Aldatılmış hissetmenin yolu nasıl
aldatacağını öğrenmekten geçer.
Bugünlük bu kadar. Önceden
yazılmamış bir haftasonu istiyorsanız; boşverin planları! Haftasonunun keyfini
çıkarın!
E.
Geçmiş doğum gününüzü kutlar , bu bilgilendirici öneri dolu yazı için de teşekkür ederim. Sevgiler :)
YanıtlaSil