8.6.13

Zamansızlık..

Size bir soru.. “iki insan birbirini sevdiğinde ama birlikte olamadıklarında yeter artık dediğin noktaya ne zaman gelirsin?”

Bunu düşünüyorum saatlerdir.. ne zaman gelirim, ne zaman geldim daha önceleri.. bulamıyorum! Ne zaman yeter artık deyip vazgeçtim. Sanırım ben de bu süreç iki ileri bi geri geçtiği için, tam bi zaman kavramına ait olamıyorum. Hem zaman nedir ki? Kime göre.. neye göre.. gün saat dakika.. hangisi? Niceldir saatler.. oldum olası şu kahrolası zamantaşlarından haz etmedim. En nefret ettiğim söz oldu ‘zamana bırakalım’.. bırakamadım. Çok mu sabırsızım? Hayır asıl mesele o da değil. Ben kendimi zamana bırakmaktan hiç hoşlanmadım ki.. sahi ben kendimi ne zaman bırakabildim ki?

Konuşmaktan kaçındığım.. hatta nefret ettiğim sabahlar yaşıyorum şu sıra. Gece sessizliğinde sesimi daha yüksek çıkarabiliyorken, sabahları güneş tüm sesimi kısıyor. Karanlıkta sesimin yankılanmasından hoşlanıyorum belki.. belki de uzun sessiz yürüyüşler sokaklar karanlıksa daha bi güzel oluyor.

Kaç yıl oldu hatırlamıyorum, kendi kendime sözler vermiştim ben. Gün gelecek o sözlere ihtiyacım olacak demiştim.. tarih tekerrür zaman meselesi işte.. ee ne demiş Süreyya.. “aylar birbirinin içinden yürüyebilir. Ağustosta bile Marta gönderme vardır..” belki yıllar içinde aynısını söyleyebilirim. Olamaz mı? belki de şuan en büyük göndermeyi yaşıyorum geçmişe..

Şu son günlerde kilometrelerce uzakta olmak.. inanın çok zor! Hiç bu kadar gerisin geri dönmek istememiştim.. tam da sevmeye başlamıştım oysa buraları.. dönmeyi istememeye..

Giderken bunu söylemiştim oysa..bunu dinlemiştim saatlerce.. tıktık! şimdi ise.. benim gözlerim İstanbul, İstanbul gözlerim bugün..




Yazının en başına dönecek olursak.. soruyu hatırlıyor musunuz? Bu soru nereden çıktı diyenlere.. tabii ki bi filmden. The Mexican.. bileniniz?
(yazımdaki ruhsuzluğun aksine film baya eğlenceli.. ben de pek reaksiyon göstermedi ama sizi gülümsetebilir..)

“-iki insan birbirini sevdiğinde ama birlikte olamadıklarında yeter artık dediğin noktaya ne zaman  gelirsin?
 -hiçbir zaman!”  

dipnot*: daha önce izledim sanırım ben bu filmi.. ama nasıl nerede ne zaman hatırlamıyorum. Ya da yarısında bıraktım mı? pek alışık olunacak şey değil ama.. aklımda kalan tek görüntü Sam’in balkondan Jerry’e eşyalarını fırlatması.. görünce aa o film bu film mi dedim..  ilginç! Unutmamam gereken bi filmi unutuvermişim.. 

özlüsöz*: ‘pek çok insan kimi seveceğini seçebileceği fikrine kapılır..’ - ah ne büyük yalan! seçen varsa el kaldırsın!

E.


20.5.13

'Seviyorum merkez!!!'


“bir cinayet başka bir cinayeti hatırlatır..
koşan atlar düşen atları hatırlatır..
yağmur yağar, durur tekrar başlar..
yanlış yolda yürümek, doğru yolda beklemekten iyidir..”

Son üç gündür bedenim Almanya’da, ruhum inatla Ankara’da..

'4530 merkez, tamam.'
Yanlış zamanların yanlış yerlerden kaynaklandığını öğrendim.. iyiyle kötünün ilk andan anlaşılamayacağını öğrendim.. kötüyü görmeden iyiyi anlayamayacağımı da.. dibe vurmadan çığlığı basamayacağımı da öğrendim. Ankara’nın sanılanın aksine güzel olduğunu.. bir dizinin bu kadar gerçek olabileceğini.. bir dizinin bir nesli, bi fikri sürükleyebileceğini öğrendim. Hepsi amirim sayesinde oldu..


                                                                                         'Behzat Ç'

19eylül 2010'da başlamış.. fragmanını hatırlıyorum. İlk gördüğümde demiştim ki.. “yeter artık polisiye  dizi yapmaktan vazgeçin, gerçeğin pek de arka sokaklar gibi olmadığını biliyoruz.. komik oluyo”..
Sonra başladı.. ilk bölümden sonra herkes BehzatÇ konuşmaya başlamıştı. Bir bölüm bir bölüm daha derken fenomen oldu. Birkaç kez denk geldim, gece yarısı.. ama sadece denk geldim oturup izlemedim, popüler kültüre karşıyım ya hani. Bu kadar popülerse kötüdür o kötü dedim içten içe herhalde..

İlk sezon bitti.. sosyal medya sezon finalinde coşmuştu. İki kişiden biri amirim diyordu.. ne sezon finaliydi ama diyorlardı.. dedim izlesem mi acaba?
 ..aradan bi hafta geçti geçmedi bi arkadaşım elinde BehzatÇ-Her temas iz bırakır-‘la geldi.. zorla elime tutuşturdu. Sadece oku dedi! "Ama bi haftaya bitsin kitap benim değil."  Ih mık ettim önce.. ama benden inat bi insan olduğu için kendisi aldım. Eve gittim komidinin üzerine bıraktım öylece.. gece uyumadan elime aldım bi, başlayım bakalım dedim. Sabaha kadar okumuşum.. sabah okula giderken yolda da okudum.. sonra kantinde.. bi baktım daha öğlen bile olmamış, kitap bitmiş! O andan itibaren tüm tükürdüklerimi yaladım.. akşamına ilk sezona başlamıştım bile..

Kasım ayı gibi 2.sezon başladı.. saati değişti. günü değişti. yaş sınırı değişti. Birayı yasakladılar, rakı içildi. Küfürü yasakladılar, sansürsüz bölümleri internette dolaştı. Türk polisi böyle olmaz dediler, biz böylesini daha çok sevdik. Artık insanlar Ankara’dan bahseder oldu.. Emrah Serbest’den; Mehmet Erdem’den.. soruları olan, bazı şeylere itirazı olan adamları tanıdık biz. Jehan Barbur, Pilli Bebek dinlenilmeye başlandı.. edebiyat denilen şeyin sadece romantizmden ibaret olmadığını.. romantizmin de sadece mıç mıç, yalaka cümlelerden oluşmayacağını öğrendik. Hayalet’in mektubu.. Akbaba’nın evindeki rakı masası, BehzatÇ’nin kızına yazdığı mektup..  

Olduğumuz duruma bi eleştirisi vardı bu dizinin. İki çift lafı vardı hükümete. Bundandır ki erkenden kaybettik biz Amirim’imizi. Daha çok söylenecek şey vardı eminim, daha çok konuşulması gereken şeyler vardı.

İki ay önce İstanbul’dan ayrılırken tek izleyeceğim türk dizisinin BehzatÇ olduğunu söylüyordum.. ama gel gör ki buraya geldiğim günden 3 gün öncesine kadar hiç bi bölümünü izleyememiştim. Cuma sabahı radikalin haberiyle başımdan aşağı kaynar sular döküldü.. son bölüm! bugün! ..çok sevdiğim bir eşyamı kaybetmiş gibi hissettim. Biraz buruk biraz garip..

O akşam sabaha kadar BehzatÇ izledim.. izleyemediklerimi izlemeye çalışırken kendimi sabaha karşı son bölümü izlerken buldum..

Sosyal medya eleştirilerini okudum sonra.. öyle ahım şahım bi final değildi yazıyordu bir tanesinde. Evet standart bir bölümdü normal şartlarda aslında. Ama en son kırmızı vosvosu görünce bitti deyip üzülmeyeniniz var mıydı? Sanmam.. 

Böyle bi diziye final yapmak zor. Çıtanın bu kadar yükseklerde olduğu bi diziye çok zor. Hele ki zorla yaptırılmış bir finalse bu..

Neyse işte.. kısaca son üç gündür Ankara’nın grisinde mutsuzluğa boğuldum, Almanya’nın ki yetmezmiş gibi..
ama Amirim çok haklı.. “Mutsuz oluruz. Mutsuz olalım. Hep mutlu olunacak diye bir kural yok ki, biz de mutsuz olalım.”

Bu seferlik böyle olsun..

E.

13.5.13

5 kala..

Şu anki durumumu bir hissizlik hali gibi nitelendirebilir miyiz? Eh sayılır.. hissizliğe 5 kala haldeyim!

Niye mi? ben de bilmiyorum, aslına bakarsan bu aralar pek bilemediğim şeyleri yaşıyorum.. körü körüne değil yanlış anlama! Bile isteye yaşıyorum yaşamasına da, bir şeyler eksik gibi.. bazen körebe oynuyor gibi hissediyorum, bazen sessiz sinema.. bazense hiçbir şey hissetmiyorum.. huzursuzluk kırıntıları biraz.. biraz sarhoşluk bulanıklığı.. baş dönmesi! Hissettiklerim sanki hastalık gibi.. böyle olmaması gerek ama diyor içimdeki o ses! Uzun zamandır sesini duymuyordum.. bir şeyler yanlış diyor.. eksik dediğin o yapboz parçaları senin elinde değil diyor.. bulurum ben diyorum! Çok zor diyor -yine aynı ses-.. Tanrım sanki vicdan gibi, yok gurur, yok akıl sanırım!

Al işte yine konuştu.. “bulunmak istemeyeni ne kadar ararsan ara bulamazsın”.. saklambaç gibi!

Peki diyorum o halde.. başka bi seçenek bırakmadı ki.
Peki seçtiğin ne?
Onu da bilmiyorum ki..



"herkes ölecek nihayetinde, çok büyük bi olay değil" 50/50

Abartılacak tüm o duygulara inat.. dinle!

E.



8.5.13

Tekrardan çocuk olmaya cesaretin var mı?


Bilmeceler bana göre değil, ben dolambaçlı yollardan oldum olası hiç hoşlaşmadım!
Peki ya körebe.. saklambaç.. seksek? Ne gözümün bağlanmasından, ne birinden saklanmaktan.. ne de tek ayak üstünde bi o yana bi bu yana zıplamaktan hiç hoşlaşmadım! En çok oynadığım aslında en anlam veremediğimdi.. yerden yüksek!

Tabii o zamanlar çocuktuk şendik! Bu oyunları en iyi biz oynardık.. yan mahalledeki çocuklar öteki semttekiler.. hiç biri bizim gibi değillerdi.. oyun kuralları çok farklıydı.. çanak çömlek patlatmanın raconu vardı misal..

Biz her oyunun mucidiydik.. kendimizi (her ne oynuyorsak) bu oyunu bulan ilk kişi sanıyorduk! Nasıl bir bencilliktir.. ya da nasıl bir rekabettir o çocuk yaşta.. şuan anlamlandıramıyorum.. çocuk aklım uçmuş, yerinde yeller esiyor şimdi.

Ya sahi.. büyümenin zamanla olacağına kim inandırdı bizi? Zamanla olduğunu anlayabilmek için fark edilmesi lazım.. anlamlandıramadığımız şeyi nasıl zaman denen zamansızlıkla sınırlandırabiliyoruz ki.. saçma! Ben bi gün bi uyandım.. aynaya baktım, sonra da masanın üstünde duran çerçevedeki bana.. önce 7yaşındaki beni bi selamladım, ufaktan gülümsemeyi de ihmal etmedim tabi.. tek tek, hızlı hızlı film şeridi gibi (hep kullanmak istemişimdir) aktı geçti gözümden.. sonra tekrardan aynadaki benle buluştum.. artık ne o kadar sevimliydim, ne de o kadar saf.. büyümüştüm işte! Hani zamanla olacaktı.. hani adım adım.. pat diye oluvermiş ki, ben bir sabah pat diye bununla yüzleştim.. oysaki çok sıradan bir gündü..

Oyunlar.. çocukluğumu özlememe sebep tek şey desem yalan olmaz gibi.. he tabii bir de atlıkarınca var^^ şimdi gel de bu yaşında bin, adama deli derler..

Tek çocuklardanım ben.. hani o kıskanç, bencil, şımarık.. (lanet yaratıklar) olarak tanımlanan kesimden.. ben öyle değilim demekten dilimde tüy bittiği için artık açıklama yapmıyorum o ayrı.. neye inanmak isterseniz! Her neyse işte.. tek çocukgillerden olduğumdan ben de hayal dünyası baya bildiğin leb-i derya:) ondan olsa ki çeşit çeşit oyunların mucidiyim kendi çapımda.. adı konmamış milyonlarca oyunun tek sahibi.. ya da ben öyle sanıyorum (olması mümkün)

En favori oyunumu açıklıyorum.. ‘as good as it gets’deki obsesif Melvin gibiydim.. kaldırım taşları, saha çizgileri, yer döşemeleri.. aklına hayaline gelebilecek her türlü sınırlandırılmış küçük alanlar ve uzun, düz çizgiler.. işte en büyük eğlencem!! Bazen ikişer atladığım, bazen kendi etrafımda daire çizdiğim.. annemi çıldırtan iki ileri bir geri oyunum! –itiraf etmek gerekirse şimdi bile bazen yaparım, sonra bi an durur gülerim.. hala büyümeyen bi yanım kalmış olsa gerek..

Bir başkası ise.. resim çizme oyunu! Böyle söyleyince pek bi anlamlı olmadı farkındayım, ama bu oyundu benim için.. önce bir defter alırsın, sonra karakterleri belirler.. başlarsın hikayeyi oluşturmaya.. yazısız sadece resimlerle.. sadece kendi içimden oluşturduğum dialoglar, uzun monologlar falan.. hele bir de renkli boya kalemlerimde varsa (en rengi bol olanından) değmeyin keyfime..

Sonra.. Legolar tabii!!! Es geçemem şimdi.. tam bi lego delisiydim.. ama Legolara en son dokunduğum günü hatırlıyorum.. veda anımı.. kapı çaldı, akşam üstü. Babam içeri girdi yüzünde koca bi gülümseme, elinde kocaman bi paket.. (şimdi düşünüyorum da ben ne kadar küçüksem artık o paket bana devasa gelmişti) o an elimdeki son lego parçasını halıya bırakıp, paketi açmaya koyulmuştum.. dün gibi aklımda.. açtığımdaki çığlığımda bütün komşularımın kulağında hala benliğini koruduğuna eminim.. beni atari salonlarına götürmekten ve saatlerce oradan çıkmam için bana dil dökmekten bunalan babam sonunda bana atari almıştı!! Herhalde o andan sonra bazı şeyler değişti.. çok şey değişti şimdi! yalana gerek yok..


                                                                                                                 'Jeux D'enfants'

Biraz önce, güneşin doğmasına dakikalar kala yine bi playagain yaptım.. bu yazıdan önce iyi gider diye düşünmekte çok haklıymışım..gerçekten çok iyi geldi.. ‘jeux d’enfants’ duyanınız, izleyeniniz vardır elbet!(cesaretin var mı aşka diye de bilinir:)) Daha önce de yazmıştım sahi ben bunu.. olsun! Bi çok kez izlettiriyorsa kendini, bir çok kez yazılmayı da hak etmiştir diye düşünüyorum.. neyse işte spoi vermek istemiyorum.. hala bilmeyeniniz varsa bol oyunlu-aşklı-gururlu-cesaretli bi film. İşte bu!!

Mia beni mimlemişti.. konu: çocukken oynadığımız oyunlar! Aslında mim okumayı seven ben, blogumda yazmaktan ben hoşlanmıyorum.. bunu da herkes biliyor:) ama bu sefer, yazmak istedim.. bi ilk oldu yani benim için^^ hem mim gibi hem de değil.. oyunun kuralından olsa gerek benim de bi kaç kişiyi mimlemem gerekiyor.. ama ben değiştirdim bu sefer bu oyunu.. isteyen yazıversin, ne olur!!

“Cap ou pas cap?”

özlüsöz*: “çocukken ‘sataşma’ dediğimiz şeye büyüyünce ‘baştan çıkarma’ diyoruz..”  

özlüsöz**: “insan bazen böyle kötü alışkanlıklar ediniyor.. ‘birlikte uyumak gibi..’ mesela.”

son olarak.. tekrardan çocuk olmak, yine oyunlarda boğulmak.. bunca şeyi unutmak.. hiç kimseyi umursamadan ter içinde koşmaya var mısınız? tekrardan çocuk olmaya cesaretiniz var mı? ..ben de pek kalmadı gibi..

ve.. müziksiz olmaz tıktık^^

E.