15.8.12

Ben öyküleri sevmem.. bana roman gerek!


 Hepsi ayrı telden çalan, renkli renkli kartpostallar gibi. Renkli yüzüne aldanıp arkasındaki yazıların ne dediğine bakmamak gibi.. Paris’in o ışıltılı Eiffel Kulesi gibi..

 Fransız filmleri özeldir, farklı bi müziği farklı bi duruşu vardır. Dilinin verdiği o şiirsellikten midir nedir bi edebiyat akar o film karelerinden..

 Fransız filmi deyince aklıma ilk gelendir Amelie.. hafif masalsı hafif romantik.. tam bi Fransız sineması örneği..  Audrey’in o bakışları.. amelie felsefesi diye nitelendirdiğim herşeyin hayatıma girmesine sebep olan o 122 dakika.. (neyse bu kadar amelie yeter.. yazmaya kıyamadığım yazdıklarımı beğenmeyip her seferinde vazgeçtiğim.. bi gün sadece ona ait bi yazıyla burada olacağım)

 Girizgahımı yaptığıma göre esas meselemize geliyorum artık: Paris Je T’aime



 Benim paris delisi bi arkadaşım var. Öyle o şehirle ilgili bi sürü hayali bi sürü planı var.. ondandır ki oraya ait ne görsem ne duysam aklıma ilk o gelir. Her aldığım hediyede, onunla ilgili her yazdığım yazıda mutlaka paris’in kıyısından köşesinden geçerim. Bu filmi de onun tavsiyesini, anlatımlarını dinleyip merak edip.. geçen gün ondan ısrar kıyamet aldım. Nereden bileyim.. umdum ki.. tam ağzıma layık bi Fransız filmi geliyor.

 Ama olmadı…

 Sevgili Kuk! düşünememişim.. senin parise olan aşkının gözlerini kör etme ihtimalini (her ne kadar sen bu filmi sevme sebebinin sadece paris olmadığını söylesen de) senaryolar olması gerektiğinden çok daha kısa.. ve fazlasıyla sıkıcıydı.. düşün ki (bi kaç hikaye dışında) devamını merak ettiğim hikaye bile yoktu doğru dürüst. Paris’le ilgili bi belgesel izliyorum gibi birşeydi.. bu filme bağladığım umutlarım, Fransız sinemasına verdiğim değer.. bodoslama suya düştü. Olmadı bu sefer Kuk, sevemedim..

 Sanırım ben kısa filmlerden oluşan sinema filmlerini sevemiyorum pek.

 Aklıma 'Newyork I Love You' geldi şimdi de. Aynı mantık. Sadece mekan farklı. Onu da büyük hayallerle izleyip bozguna uğramıştım. Ki onda ana tema NY! Amerika deyince ilk aklıma gelen, fikrimce hayatın normale oranla daha hızlı aktığı, hayallerin şehri… Ama o da olmamıştı. Şimdi düşünüyorum da hiç bi hikayesi aklıma tam olarak gelmiyor bile. Sadece şeyi hatırlıyorum.. aynı bunun gibi onda da çok ünlü isimler vardı, çok değerli yönetmenler falan..

 Ama olmadı…

 Bence kısa filmler kısa film olarak kalmalı.. hiç boyunu aşıp uzun metraja girmemeli.. yoksa burada olduğu gibi bir çırpınıştan fazlasını izleyemeyiz.

dipnot*: filmi izleyenler bilir. Bi pandomim hikayesi vardı ya içinde.. heh işte. Bi o güzeldi^^
dipnot**: beni eleştiri yapmaya iten değerli arkadaşım Kuk! hala aynı fikirdemisin:)

E.   

4 yorum:

  1. DANK! Buralarda benim adım mı geçmiş? :)
    Sen eleştiri yapmaya devam et orası ayrı, ben bunu takdir ediyorum. Ama hala filmin kötü olduğunu düşünmüyorum, seni kısa film fikri açmamış. Keşke en başta uyarsaydım:)
    dipnot*: İncir Reçeli'ni geç de buna kalbim acıdı, ağlıyorum!
    dipnot**: Paris hatrına değil filme beğenim. Bunu da buraya yaz.Ve ben çekip giderim:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yok kısa film olayını severim. ama burada esas mesele kısa filmlerin çok kopuk alakasız olması bence. kısa filmleri biraraya getirip montaj yapıp bize film diye yutturuyorlar gibi falan ama.. hadi onu da geçtim özüne ineyim dedim ama yine olmadı.. hikayeler ayrı ayrı da güzel değil ya:)) çok uğraştım didindim ama kurtaramadım, olmadı.
      ama yine de ağlama ya sen:) zevk renk olayı sonuçta dibini deşmemek gerek^^

      Sil
  2. elifcim ne demek istediğini çok iyi anlıyorum :)
    new york i love you filmi beni de bozguna uğratmıştı.

    ama olsun izleyip görmüş oldun :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ohh benimle aynı fikri paylaşan biri.. süpersin Mia^^

      Sil