2.11.15

Hepimiz doğaçlama yaşıyoruz..

ve her şey zamanlama meselesi..


Bazı şarkılar sebepsiz yere mutlu ediyor beni. Suratımın orta yerine saçma sapan bir gülümseme yerleşiyor. Nedeni çözemeyeceğim bir mutluluk yaşıyorum. Sonra o şarkıyı tekrar tekrar dinliyorum.. bıkmadan defalarca belki de.. Kafamda bir anıyla birleştiriyorum,  ya da yaşanması imkansıza yakın bir hayalle taçlandırıyorum o parçayı.

‘Hero’yu ilk kez Boyhood’da duymuştum. Richard Linklater’ın olağanüstü soundtrack seçimiyle beni bir dönem müptelası yapan o güzel film sayesinde keşfetmiştim bu güzel şarkıyı. Ve ‘Family of the Year’ isimli bu tatlı grubu..

Daha sonra.. Mark Ruffalo’nun tüm filmlerini izlemeliyim listemin izinden giderken karşıma çıkan ve izlediğim Thanks for Sharing’in final sahnesinde karşılaştım aynı şarkıyla. Yine bayılarak defalarca dinledim.
(filmlerin gösterim tarihine kronolijik sırayla bakarsak, aslında bu filmde daha önce çalmış. Ama ben bazen geriden gitmeyi, yada geriye gitmeyi mi demeli.. seviyorum işte.)

Bazı şarkılar: diğerlerinden daha samimi gelir, nasılını anlatamaz fazlasıyla yakın hissedersin ya.. aynen öyle.

Bugün bi yerde bu şarkıyla yollarım bir kez daha kesişti. (bu şarkının playlistimde olması ve neredeyse her gün dinlememi bu konunun dışında tutuyorum.) Sonra dayanamadım, Boyhood’u tekrardan izlemeye başladım. Geçen yıl ilk kez izlediğimde, bu filmin de ikinci kez izlemeyi hak eden o büyülü filmlerden olduğunu biliyordum. Zaten Linklater imzası taşıyan bir film nasıl öyle olmasın ki..

Ama filmin süresinin fazlaca uzun olmasından ötürü, bu tekrarı ne zaman yapacağımdan emin olamamıştım. Gün bugünmüş, saatini önemsemeden izlemeye başladım; ve zaman nasıl geçti inanın hiç anlamadım.

Uzuun uzun size Boyhood’u anlatırdım ama.. nasıl desem bu öyle anlatılacak filmlerden değil pek. Anlaması da izlemesi de kişiye özel.

Şöyle ki.. Bir çocuğun 6 yaşından 18 yaşına kadar olan süreyi Linklater’ın önemli gördüğü perspektiften izliyorsun. Yalnızca çocuğunda değil üstelik; ablasının, annesinin, babasının, yapılan tercihlerin, pişmanlıkların, geri dönüşlerin, büyük değişimlerin, gelenlerin gidenlerin.. bir hayatta gerçekte ne varsa hepsinin bir geçidini izliyorsun. Hayatın aslında bir kurgu olduğunu gözler önüne seren Linklater, zaman üzerinde harika bir sihir uyguluyor.

Film, çoğu izleyen tarafından çok eleştirildi. Ben bu durumu beklenen ile bulunan arasında oluşan uçurumdan dolayı olduğunu düşünüyorum; kısacası ‘hayal kırıklığı’. Kişinin sinemaya bakış açısıyla ilgili biraz da.. mesela ‘sonunda ne olduğu belli olmayan festival filmleri’ diye bir zincirleme isim tamlaması yaratan bir kişi bu filmi sevmez, sonra da harcadığı 165 dakika için bana içinden küfreder, sonra da blogumu takibi bırakır diye korkup, kesinlikle izleyin diyemiyorum.


Ama yine de söylemekten vazgeçemiyorum.. Linklater’ın 12 yıllık emeğini bir kenara bırakalım; üstelik bence bir filmi aynı insanlarla 12 yıl boyunca çekme fikri ha-ri-ka!! Bu filmi bana hissettirdiği şeyler için seviyorum. Büyümeye, hayata, belki de kendime dair.. 

'görünüşe göre düşündüğümüz kadar özel değiliz..'



4 yorum:

  1. şarkı dediğin kadar varmış, tekrar tekrar dinliyorum şuan ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bu konuda yalnız kalmayacağımı biliyordum.. ne güzel:)

      Sil
  2. Heyyy bir merhaba diyeyim dedimm bi de mim şeysi vardıı yapmak istersen diye hani mimlemiştim seni de :) http://hayatagacii.blogspot.com.tr/2015/11/200-yl-sonra-bugun-mim.html

    YanıtlaSil
  3. böle eğlenceli şeyler yazsanaaa heep. ruffalo çok iyi filmleri var yaaa. :)

    YanıtlaSil