9.11.12

Part 3.. Woody!!


Evet.. bi Woody Allen yazısıyla yine buradayım. Eskileri için tık tık^^ ve bir daha tıktık^^



Benim woody allen la olan karmaşık ilişkimi bilen bilir. Aslında ilk önceleri pek sevmediğim bu sempatik adam şimdi bambaşka.. kendimi Manhattan’ı Paris’e taşıyan Alice gibi hissediyorum adeta..  durum vahim her an odamın kapısına bi Allen posteri asıp, sohbete başlayabilirim. ^^ neyse..

Ama her filmini sevmem şimdi.. bazen filmi severim ama bazı sahneleri vardır, buna burada şimdi ne gerek vardı ki derim.  Ya da filmi genel sevmem.. olabilir yani illa gülü seven dikenine katlanacak klişesi kabulüm olacak değil.:) Şimdi absürt bi adam bu Allen vesselam. Her filmine bi animasyon bi bir şey koymasa olmaz. Fransız filmlerinde genellikle rastlaştığımız masalsı anlatım, Woody Allen filmlerinde tavan yapar.. seyirciyle hep bi sohbet havasında olan, sanki masal anlatan aileden biri gibi..

En son Allen yazımdan bu yana ona ait kaç film izledim bilmiyorum.. hele son zamanlarda cidden Alice gibi olacağımdan kuşkulanmama sebep olacak derecede içli dışlı olmuş durumdayım.  Ben diyorum ki.. unuttuklarım olmuşsa eğer yok sayın… size Allen’a ait dört filmden bahsedeceğim. Başlıyorum...


En sondan başlamak hep en iyisidir deyip..

Bugün uzun bi aradan sonra dvd lerimden kafamı kaldırıp yılan hikayesine dönen sinema ziyaretimi gerçekleştirip to Rome with love ile buluştum. – o kadar zaman olmuş ki.. sinema fiyatlarını unutmuş biz iki arkadaş film öncesi bir dumur olma seansı yaşadık ki somayın gitsin- maddi olarak yaşadığımız küçük sarsıntımızdan sonra kendimizi bıraktığımız Roma sokaklarında dolaştık, güldük, eğlendik, kaybolduk.. falan filan.. o arada Roma’ya olan aşkım depreşti tabi.. İspanyol merdivenlerinde oturamadan ölmeyim diye içimden geçire durayım… o İtalyanca nasıl güzel dildir diye sorarım. Ayrıca da belirtmek isterim ki.. bi dile ondan başka bu kadar hız yakışmaz..:) bi İtalyanca kaldırır bu hızlı konuşmayı bir de Woody Allen^^



1 öncesi;
Match Point; yine Scarlett ve Scoop’tan sonra yine benzer bir tür karmaşası filmi. Romantik başlayan ve sonrasında gerilim yaratan cinsten, ki bence senaryo harikası  bi 124 dakika.. klasik Allen tarzı diye nitelendirilen, masalımsı hikayelerden hoşlanmayanlar bunu bir izleyin de.. bu yaşlı adama hemen haksızlık etmeyin.. hatta keşke azcık biraz da olsa filmde onun o sempatik suratını da görseydik.. o heyecanlı konuşmasını sıkıştırsaydı keşke filmin ucuna köşesine.. olmuyor böyle.. Alıştırıyor kendisini kamera önünde sonra pat kamera arkasında.. olmuyor böyle Allen!!








2 öncesi; 
Bu tozlu raflardan çıkan bi film.. bana bu adam hiç tarzını değiştirmemiş be kardeşim dedirtti. O kadar yani.. Annie Hall’dan bahsediyorum. Bu sefer beyaz perdeye yeni çıkan allen. Öyle şimdiki filmlerinde olduğu gibi bi görünüp kaybolmuyor. Bildiğin esas oğlan. Aynı her zaman olduğu gibi tüm film boyunca seninle konuşuyor. Adamın var bi derdi. Onu dolaylı olarak değil de açık açık konuşarak anlatıyor. Absürtlük desen var, gereksiz bazı konuşmalar desen var.. arada öh yani bu kadarı da saçma dediğin anlar olmuyor mu.. alası var:) ama yine de iyiydi be. ( o her ne kadar açıklamaların da, sözlerinde aksini düşündürtmeye çabalasa da) bence onun suratındaki o sempatiklik.. izletir kendini . üzgünüm be Woody’cim o yüzündeki ifade seni hiçbir zaman aykırı göstertmiyor. Olmuyor!

3 öncesi;
Bu Woody Allen'ın olmayan bir Allen filmi!!
Başta da bahsettiğim Paris-Manhattan.. vizyona girdiği ilk hafta hemen gidip izlememe rağmen gün bugün olmuş ben daha yeni yazıyorum ama.. bu filmin güzelliği hakkında noksan bir yorum  yapacağım anlamına gelmiyor tabi.. . Manhattanı çok sevdiğimden midir yoksa filmdeki esas kızın allen a olan hayranlığını sevdiğimden midir ya da yine esas kızın odasındaki konuşan woody allen posterine olan hayranlığımdanmıdır bilmem. Ama ben bu filmi pek bi sevmiştim:) yani her an benden yeni bir proje doğabilir..  mesela… manhattan in İstanbul gibi ? yani böyle bir şeyle olur da karşılaşırsanız şaşırmayın diye dedim.



Daha hatırlamadığım.. izlediğim ama yazmayı unuttuğum ne bileyim.. vardır mutlaka.. artık aklıma geldikçe ekleme yaparım:)

Burada bu kısa Woody Allen dosyamı onun bir sözüyle kapatıyorum.. “Bir adam çok güzel bir şarkı söylerse mest olursun. Hiç aralıksız söylerse, başına ağrılar girer.”

E.

4 yorum:

  1. midnight paris filmine kadar sevmediğim kişi kendisi ama artık ısınmaya başladım sanki :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ben de hangi filmiyle sevmeye başladım onu bilmiyorum ama sonradan oluşan bi hayranlık benimkisi:))

      Sil
  2. "to Rome with Love", izleyip de sinemadan böyle yüzümde gereksiz bir gülümseme ile ayrıldığım nadir filmlerdendir.
    Bir de o saoundtrack var ya hani "amada mia, amore mio".
    Onu hayatımın arka fonuna yerleştirmeye karar vermiştim. Öyle de naifti.

    Ama "Midnight in Paris"in de hakkını vermek gerek. En çok onu sevmiştim ben.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evet 'Midnight in Paris' benim gibi zamanına sığamayanlar için yapılmış adeta.. benim de favorim o sanırım^^

      Sil