‘Ankara’yı sevmek şehirde sevilecek tek şeyin Ankara
olduğunu bilmektir.’ –MahirÜnsalEriş
Şehirlerin ruhu var derler, ama
bence sadece yaşanmışlıkları var. İnsanlar varsa şehir yaşar, esasen ruha ait
olanlar insanlardır. Ne kadar bunu aksini iddia ederek yaşasalar da..
Ben Ankara’lıyım. ama sorun
bakalım ne kadar öyle hissediyorum. cevabım eşittir negatif. Mesela hep ‘doğma
büyüme İstanbulluyum’ diye tanıtırım kendimi.. aidiyet duygusunun sadece
yaşanılan şehre göre şekillendiğini varsayarım. Zaten aslında pek de herhangi
bir yere bağlı olan biri de değilim.
Ne bileyim, hep saçma gelmiştir memleket
hikayeleri.
Nereliysem nereliyim.. ben mi
seçtim? Bunun için neden övüneyim ki.. ya da sırf anne babamla aynı yerde doğdu
diye birini neden diğer insanlardan ayrı tutayım.. diye uzayan giden
sorunsallar; ve reddedişler benim tabiatımda var sanırım.
Geçtiğimiz haftasonu
arkadaşlarımın yanına Ankara’ya gittim. Daha önce sayısız kez gittiğim şehre
son 5 yıldır hiç gitmemiştim. Galiba insanlar büyüdükçe/yaşlandıkça bir yere
ait olmayı daha çok ister oluyor. Ya da ben bu aralar çok duygusal zamanlar
yaşıyorum, bilmiyorum.
Ankara bana bu sefer çok farklı
hissettirdi. Ayazını sevdim. barlarını sevdim. sokaklarında dolanmak bile ayrı
keyif verdi. Şehir evim gibi hissettirdi bana. Hiç yabancı değildim sanki.. garip
biliyorum. Hele ki benim gibi düşünen biri için şuan böyle cümleler etrafında
dolanmam şaşırtıcı.
Sanırım yaşlanıyorum..
İstanbul deyince aklıma gelen
şeyler bir bir uçup gidiyor. Realist bir hayata geçiş yapan hayalperest dünyam
ilk olarak yaşadığı şehri çıkarmak istiyor. Ama ne yazık ki alışkanlıklarından
kolay vazgeçemeyen ben, kabul edemiyorum bunu.
Dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına geleceğimi bilsem de.. İstanbul’dan yavaş
yavaş ayrılmak istiyorum. Kim bilir belki özlemeliyim.. sınırlarından insan
kusan bu şehri. Belki de onu uzaktan sevmek aşkların en güzelidir??
...
Neyse bana Ankara’yı sevdiren iki
insandan bahsedip; bu duygusal/ağlamaklı yazıma son vermek istiyorum.
İlki, Barış Bıçakçı tabii.. Bizim Büyük Çaresizliğimiz’i okuyup, Enderle
Çetin’in elinden tutup Ankara’nın grisinde gözleri kapalı yürümeyi istemem mi? ya
da Baharda Yine Geliriz’in ezbere bildiğim öyküsünü eline alıp; ‘yolculuk..’
demez miyim, sanki karşımdaki sesin bana ‘içimizdeki taşlar yerine oturuyor’
demesini bekler gibi..
Ne bileyim işte.. dedim ya bu
aralar hassasiyet çanları duygusallığa yakın çalıyor. Nihal gibi konuşayım o
halde.. ‘geç ve sarhoş gelirsem beni yine sever misiniz?’
İkincisi de şüphesiz Behzat
amirim.
Bu konu hakkında daha fazla söze
gerek var mı ki..
Ankara, iş seyahatlerimi ya da kardeşimin bir dönem girdiği sınavlara eşlik etmek için beklediğim okul bahçelerini çağrıştırırdı. Bana orayı sevdiren faktörlerden biri de Mahir Ünsal'ın öyküleridir. Lütfen kayıtlara geçilsin :)
YanıtlaSilŞehirlerin ruhu olmadığı fikrine katılamadım Elifcim. Yaşananlarla ve üzerinde yaşayanlarla harmanlanınca ortaya çıkan bir ruh belki de.
Mahir Ünsal Eriş ve Barış Bıçakçı!!:))
SilRuh konusunda belki de haklısın, bu konuda bende de bir kafa karışıklığı var. Olduğuna inanalım o zaman, bi ruha sahip olmak her zaman güzeldir:)