14.12.15

aRalık/ aNkara

‘Ankara’yı sevmek şehirde sevilecek tek şeyin Ankara olduğunu bilmektir.’ –MahirÜnsalEriş

Şehirlerin ruhu var derler, ama bence sadece yaşanmışlıkları var. İnsanlar varsa şehir yaşar, esasen ruha ait olanlar insanlardır. Ne kadar bunu aksini iddia ederek yaşasalar da..

Ben Ankara’lıyım. ama sorun bakalım ne kadar öyle hissediyorum. cevabım eşittir negatif. Mesela hep ‘doğma büyüme İstanbulluyum’ diye tanıtırım kendimi.. aidiyet duygusunun sadece yaşanılan şehre göre şekillendiğini varsayarım. Zaten aslında pek de herhangi bir yere bağlı olan biri de değilim. 
Ne bileyim, hep saçma gelmiştir memleket hikayeleri.

Nereliysem nereliyim.. ben mi seçtim? Bunun için neden övüneyim ki.. ya da sırf anne babamla aynı yerde doğdu diye birini neden diğer insanlardan ayrı tutayım.. diye uzayan giden sorunsallar; ve reddedişler benim tabiatımda var sanırım.

Geçtiğimiz haftasonu arkadaşlarımın yanına Ankara’ya gittim. Daha önce sayısız kez gittiğim şehre son 5 yıldır hiç gitmemiştim. Galiba insanlar büyüdükçe/yaşlandıkça bir yere ait olmayı daha çok ister oluyor. Ya da ben bu aralar çok duygusal zamanlar yaşıyorum, bilmiyorum.

Ankara bana bu sefer çok farklı hissettirdi. Ayazını sevdim. barlarını sevdim. sokaklarında dolanmak bile ayrı keyif verdi. Şehir evim gibi hissettirdi bana. Hiç yabancı değildim sanki.. garip biliyorum. Hele ki benim gibi düşünen biri için şuan böyle cümleler etrafında dolanmam şaşırtıcı.

Sanırım yaşlanıyorum..

İstanbul deyince aklıma gelen şeyler bir bir uçup gidiyor. Realist bir hayata geçiş yapan hayalperest dünyam ilk olarak yaşadığı şehri çıkarmak istiyor. Ama ne yazık ki alışkanlıklarından kolay vazgeçemeyen ben, kabul edemiyorum bunu.

Dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına  geleceğimi bilsem de.. İstanbul’dan yavaş yavaş ayrılmak istiyorum. Kim bilir belki özlemeliyim.. sınırlarından insan kusan bu şehri. Belki de onu uzaktan sevmek aşkların en güzelidir??

...
Neyse bana Ankara’yı sevdiren iki insandan bahsedip; bu duygusal/ağlamaklı yazıma son vermek istiyorum.

İlki, Barış Bıçakçı tabii..  Bizim Büyük Çaresizliğimiz’i okuyup, Enderle Çetin’in elinden tutup Ankara’nın grisinde gözleri kapalı yürümeyi istemem mi? ya da Baharda Yine Geliriz’in ezbere bildiğim öyküsünü eline alıp; ‘yolculuk..’ demez miyim, sanki karşımdaki sesin bana ‘içimizdeki taşlar yerine oturuyor’ demesini bekler gibi..

Ne bileyim işte.. dedim ya bu aralar hassasiyet çanları duygusallığa yakın çalıyor. Nihal gibi konuşayım o halde.. ‘geç ve sarhoş gelirsem beni yine sever misiniz?’

İkincisi de şüphesiz Behzat amirim.

Bu konu hakkında daha fazla söze gerek var mı ki..




2 yorum:

  1. Ankara, iş seyahatlerimi ya da kardeşimin bir dönem girdiği sınavlara eşlik etmek için beklediğim okul bahçelerini çağrıştırırdı. Bana orayı sevdiren faktörlerden biri de Mahir Ünsal'ın öyküleridir. Lütfen kayıtlara geçilsin :)

    Şehirlerin ruhu olmadığı fikrine katılamadım Elifcim. Yaşananlarla ve üzerinde yaşayanlarla harmanlanınca ortaya çıkan bir ruh belki de.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mahir Ünsal Eriş ve Barış Bıçakçı!!:))
      Ruh konusunda belki de haklısın, bu konuda bende de bir kafa karışıklığı var. Olduğuna inanalım o zaman, bi ruha sahip olmak her zaman güzeldir:)

      Sil