Büyülense yeniden dünya..
Sanırım Tom gibi ‘The Graduate’i
yanlış anladığımdan geldi tüm bu şeyler başıma. Mike Nichols’a saygım büyük ama
anlayamamışım işte.. İtiraf ediyorum! Hayatımın bir döneminde Tom oldum ben. Ama
şöyle bir farkla.. benim hayatıma giren Autumn’la Summer aynı kişiydi. Tuhaf..
biliyorum. Ama öyleydi. Üstelik ben de sonbahar yaz’dan önce gelmişti.. ben çok
sonra anladım.
Yukarıda paragrafta yazan şeylere
bir anlam veremediyseniz, 500 Days of Summer’ı izlememişsinizdir. Yoksa sarhoş
falan değilim, ya da şizofren de olmadım. Sakin olun..
Artık kaçıncı kez izlediğimi
unuttuğum bu film, her seferinde bana farklı hissettirdiğinden olacak ki. Her
izlediğimde daha çok seviyorum.
Eskiden Yeni Türkü bana sadece Süper
Baba’yı hatırlatırdı. Sırf o jenerikteki müziği çalmak için yan flüt kursuna
gitme isteğimle annemi çıldırtmıştım. Sonuçta gidememiş, paşa paşa dinlemekle
yetinmiştim, o ayrı. Hala içimde bir ukte..
Sonra bir gün Yeni Türkü benim
için daha çok anlam ifade etmeye başladı. Her şarkıda farklı bir anı
biriktirdim. Fırtına’yla başladığım Yeni Türkü yolculuğum her seferinde
Karanfil’le sonlandı. Bu sıralamayı hiç bozmadım. Galiba bazı alışkanlıklar
beni hala mutlu ediyor. Saçma ama öyle işte.. ne yaparsın.
Daldan dala atlıyor gibi
gözüküyorum ama.. işte bazen böyle oluyor. Çok şey söylemek istiyorum ama
sıraya koymakta hiç başarılı olamıyorum. Sonra kafam karışıyor ve yazmaktan
vazgeçiyorum. Bu kez olsun dedim. Vazgeçmemek adına.. tam şuan neyi nasıl
hissediyorsam yazayım.
Ve bunları yazmadan gidersem
buralardan, kendime karşı dürüst olmayacağım.
İnsanlık adına kötü bir haftaydı.
Gerçi insanlık adına tek kötü haftamız ne yazık ki bu değildi. Biz uzun
zamandır insanlık ayıbının içinde çürüyoruz. Farkında değiliz..
Ankara’da geçen hafta 96 kişi
öldü. 96 İnsan! Öldü!
Bir insanın ölmesi ne demek
biliyor musunuz? Bir insan ölür ve bir daha gelmez. Birilerinin babası, birilerinin
kızı, diğerinin sevgilisi, öbürünün arkadaşı öldü. Bunun ne anlama geldiğini
anlayabiliyor musunuz? Geride kalmayı. Hiç gelemeyecek birini uğurlamayı. Bir
hiç uğruna kaybettiğin sevdiğin olmadan yaşamayı..
Klavye başında galeyana gelip
savaş çığırtkanlığı yapan onca insancıklarımız için söylüyorum. Yahu sizin hiç
mi sevdiğiniz ölmedi? Hiç mi empati duygunuz gelişmedi? Hiç mi ya..
Hala siyasi liderden, yaklaşan
seçimden, kim kime hayır dedi, kimler nasıl istifa etmedi ondan bahsediyoruz.
İstifa etmedi diyorum. Etmiyorlar çünkü. Hiçbir zaman etmediler. Bazen haykırasım
geliyor. ‘ayrılamadığınız o koltuğunuz
başınızda paralansın’ diye.. Sonra vazgeçiyorum. Nasıl olsa benim
haykırışım onlara arı vızıltısı gibi gelecek.
Üniversitede ilk dersimi hiç
unutmuyorum. Siyaset Bilimi’ne Giriş dersi, hepimiz heyecanlı gençleriz. Çok cool,
ama aynı zamanda da sevimli bir hoca girdi içeriye. Bu iki özelliği bir arada
bulunduran ender insanlardandır kendisi. Bir konu attı ortaya, şuan gerçekten
ne sorduğunu hatırlamıyorum. Sadece hatırladığım şey şu. Sınıf birbirine
girmişti. Sağdan soldan çekiştirilen koca bir halat vardı sanki sınıfın orta
yerinde. Henüz 18-19 yaşındaydık ama her şeyi biz biliyorduk, ötekisi umrumuzda
dahi değildi. Hoca, iki kolunu göğsünde birleştirip bizi koca bir ders izledi.
Arada bilerek kızıştırdı da ortalığı. (Ya da ben öyle hatırlıyorum. ne de olsa
aradan uzun zaman geçti..) Tartışmanın kavgaya dönüşmesine ramak kala, tüm
sınıfı susturdu. Ve ‘Hepinizi dinledim.
Hepiniz haklısınız belki ya da hepiniz yanlış. Ama bugünden itibaren artık siz
Siyaset Bilimi okuyan öğrencilersiniz, bundan sonra bu sınıfa kahve siyasetiyle
girmeyin’ dedi.
Ben 5 yılın sonunda şunu gördüm
ki, hepimiz siyaseti o dumanaltı kahve köşelerinden çıkarmış; çoktan
hayatımızın aslında bir siyaset olduğunu öğrenmiştik. Ve bunun temelini o ilk
derste atmıştık.
Benim siyasete bakış açım
üniversitedeki ilk dersimde değişti işte. Siyaseti politikadan bağımsız görmeyi
öğrendim. Siyaseti hayatım her anında yaşadım, kendimce. Bunu inatla herkese
göstermeye çalışanlara da hep saygı duydum. Okul bana diğer insanlara saygı
duymayı öğretti. Her ne düşünürse düşünsün, onun insan olduğunu unutmamayı
öğrendim. Bir çok insanın yapamadığı..
Biz ne zaman, ‘onun da orada ne işi vardı’, ‘böylelerine müstahak’, ‘onlar bize
vururken iyi’ gibi gibi tüm ‘oh olmuş’ları bırakırız. İşte o zaman
dünyada bir şeyler değişir. Yoksa çürüyen insanlığın altında ezilmekten başka
bir yolumuz kalmaz.
Ne diyeyim.. İnsanı sadece insan
olarak görebildiğimiz, barış dolu yarınlara..
Yeni Türkü ne güzel demiş.. ‘Büyülense
yeniden dünya!’
ne güzel olmuş yazı. keşke dediğin gibi olsa her şey...
YanıtlaSilteşekkürleer:)) keşke ya..
Silher yazında kendimden bi şey bulduğum blog!!
YanıtlaSilayrıca yeni türkü'nün en sevdiğim şarkısı.
yerim <3
ben de 'yaaa Mia yorum yazmış' diye koşarak geldim:)) <3
Silüstelik bir de yeni yazı var sanki.. !! olley!