ve her şey zamanlama meselesi..
Bazı şarkılar sebepsiz yere mutlu
ediyor beni. Suratımın orta yerine saçma sapan bir gülümseme yerleşiyor. Nedeni
çözemeyeceğim bir mutluluk yaşıyorum. Sonra o şarkıyı tekrar tekrar
dinliyorum.. bıkmadan defalarca belki de.. Kafamda bir anıyla
birleştiriyorum, ya da yaşanması
imkansıza yakın bir hayalle taçlandırıyorum o parçayı.
‘Hero’yu ilk kez Boyhood’da
duymuştum. Richard Linklater’ın olağanüstü soundtrack seçimiyle beni bir dönem
müptelası yapan o güzel film sayesinde keşfetmiştim bu güzel şarkıyı. Ve
‘Family of the Year’ isimli bu tatlı grubu..
Daha sonra.. Mark Ruffalo’nun tüm
filmlerini izlemeliyim listemin izinden giderken karşıma çıkan ve izlediğim
Thanks for Sharing’in final sahnesinde karşılaştım aynı şarkıyla. Yine
bayılarak defalarca dinledim.
(filmlerin gösterim tarihine
kronolijik sırayla bakarsak, aslında bu filmde daha önce çalmış. Ama ben bazen
geriden gitmeyi, yada geriye gitmeyi mi demeli.. seviyorum işte.)
Bazı şarkılar: diğerlerinden daha
samimi gelir, nasılını anlatamaz fazlasıyla yakın hissedersin ya.. aynen öyle.
Bugün bi yerde bu şarkıyla
yollarım bir kez daha kesişti. (bu şarkının playlistimde olması ve neredeyse
her gün dinlememi bu konunun dışında tutuyorum.) Sonra dayanamadım, Boyhood’u
tekrardan izlemeye başladım. Geçen yıl ilk kez izlediğimde, bu filmin de ikinci
kez izlemeyi hak eden o büyülü filmlerden olduğunu biliyordum. Zaten Linklater
imzası taşıyan bir film nasıl öyle olmasın ki..
Ama filmin süresinin fazlaca uzun
olmasından ötürü, bu tekrarı ne zaman yapacağımdan emin olamamıştım. Gün
bugünmüş, saatini önemsemeden izlemeye başladım; ve zaman nasıl geçti inanın
hiç anlamadım.
Uzuun uzun size Boyhood’u
anlatırdım ama.. nasıl desem bu öyle anlatılacak filmlerden değil pek. Anlaması
da izlemesi de kişiye özel.
Şöyle ki.. Bir çocuğun 6 yaşından
18 yaşına kadar olan süreyi Linklater’ın önemli gördüğü perspektiften
izliyorsun. Yalnızca çocuğunda değil üstelik; ablasının, annesinin, babasının,
yapılan tercihlerin, pişmanlıkların, geri dönüşlerin, büyük değişimlerin,
gelenlerin gidenlerin.. bir hayatta gerçekte ne varsa hepsinin bir geçidini
izliyorsun. Hayatın aslında bir kurgu olduğunu gözler önüne seren Linklater,
zaman üzerinde harika bir sihir uyguluyor.
Film, çoğu izleyen tarafından çok
eleştirildi. Ben bu durumu beklenen ile bulunan arasında oluşan uçurumdan
dolayı olduğunu düşünüyorum; kısacası ‘hayal kırıklığı’. Kişinin sinemaya bakış
açısıyla ilgili biraz da.. mesela ‘sonunda
ne olduğu belli olmayan festival filmleri’ diye bir zincirleme isim
tamlaması yaratan bir kişi bu filmi sevmez, sonra da harcadığı 165 dakika için
bana içinden küfreder, sonra da blogumu takibi bırakır diye korkup, kesinlikle
izleyin diyemiyorum.
Ama yine de söylemekten
vazgeçemiyorum.. Linklater’ın 12 yıllık emeğini bir kenara bırakalım; üstelik
bence bir filmi aynı insanlarla 12 yıl boyunca çekme fikri ha-ri-ka!! Bu filmi bana hissettirdiği şeyler için seviyorum. Büyümeye, hayata, belki de
kendime dair..
'görünüşe göre düşündüğümüz kadar özel değiliz..'
şarkı dediğin kadar varmış, tekrar tekrar dinliyorum şuan ;)
YanıtlaSilbu konuda yalnız kalmayacağımı biliyordum.. ne güzel:)
SilHeyyy bir merhaba diyeyim dedimm bi de mim şeysi vardıı yapmak istersen diye hani mimlemiştim seni de :) http://hayatagacii.blogspot.com.tr/2015/11/200-yl-sonra-bugun-mim.html
YanıtlaSilböle eğlenceli şeyler yazsanaaa heep. ruffalo çok iyi filmleri var yaaa. :)
YanıtlaSil